Abdullah DAMAR
Yönetimde Klasik Döneme Geri mi Dönüyoruz?
Çalışanları neyin motive ettiği yönünde yapılan bir araştırmada hem yöneticilerin çalışanların istekleri konusundaki düşünceleri, hem de çalışanların gerçekte ne istedikleri konusundaki yaklaşımlarının birbirinden farklı oldukları ortaya çıkmıştır.i
Yöneticilerin Çalışanların İstekleri Konusundaki Düşünceleri |
Çalışanların Gerçekte İstekleri |
||
1 |
İyi Ücret |
5 |
|
2 |
İş Güvenliği |
4 |
|
3 |
Terfi ve İlerleme |
6 |
|
4 |
İyi Çalışma Şartları |
7 |
|
5 |
İşi İlgi Çekici Bulmaları |
1 |
|
6 |
Anlayışlı Bir Disiplin |
10 |
|
7 |
Çalışanlara Vefa |
8 |
|
8 |
Yapılan İşlevin Hakkıyla Takdir Görmesi |
2 |
|
9 |
Şahsi Problemlerinde Onlara Yardım Edilmesi |
9 |
|
10 |
Olan Bitenlere Dahil Edildiği Hissi |
3 |
Yukarıdaki bu sıralama farkı, bize “yöneticilerin çalışanları motive eden faktörler hakkındaki düşünceleri ile çalışanları gerçekte neyin motive ettiği arasındaki uçurumu” göstermektedir. Buradan hareketle, çoğu yöneticinin, insan davranışının altında yatan sebepleri anlamakta güçlük çektiği, çoğu zamanda anlaşmalar ya da projeler için yanlış adım atıp ortaya çıkan sonuca şaşırıp kaldıklarını söyleyebiliriz. Çünkü bu konuda yapılan diğer araştırmalar da çalışanların “işverene duyulan güven, işin uygunluğu ve iş – hayat dengesi konularına para ve maaştan çok daha fazla önem verdiklerini” ortaya koymaktadır. Başka bir ifadeyle, çalışanlar artık maddi olmayan şeyleri, yüksek ücrete tercih edebilmektedirler.
Kısaca ifade etmek gerekirse, motivasyon çift yönlü bir süreçtir. Yönetici hem çalışanları etkileyecek hem de çalışanlardan etkilenecektir. Önemli olan çalışanların ne istediklerini yöneticilerin tam olarak tahmin edebilmeleri ve yine kendilerini de motive edebilecek iş ortamının mevcut olmasıdır.
Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı okul-kurumlarda sergilenen yönetim yaklaşımı katılımcılık ve yönetişimden oldukça uzak, demokratik yönetim anlayışını adeta ortadan kaldıran ve eğitim toplumunun bütün taraflarını yok sayan bir anlayışta tezahür etmektedir.
Bu anlamda, tarihsel süreçte ortaya çıkan yönetim anlayışlarının okullara uygulanmasında adeta 20.yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve ‘Klasik örgüt teorisi’ içinde kabul edilen Bilimsel yönetim yaklaşımına dönüyor gibiyiz.
Bilimsel yönetim yaklaşımının en önemli temsilcisi Taylor, üretimi artırmak için insan kaynağının hayati bir önem taşıdığını tespit etmiş, çalışanın daha iyi organize edildiğinde, eğitildiğinde ve güdülendiğinde daha verimli çalışabileceğini ileri sürmüştür
Bilimsel yönetim yaklaşımı çalışanların en yüksek düzeyde verime ulaşma yollarını vurgulamaktadır. En yüksek düzeyde verimliliğe ulaşmak için ise, birey makinaya ek bir üretim faktörü olarak ele alınmakta, ancak bireyin sosyal ve psikolojik yönüne değinilmemektedir.
Bilimsel yönetim yaklaşımının okullarda uygulanması ise baştan beri olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öncelikle okul yöneticisinin bir verim uzmanı gibi değerlendirilmesine yol açmış, okullar fabrika, öğrenciler hammadde gibi görülmüş, okul yönetiminin sosyal ve psikolojik boyutları ihmal edilmiştir.
Aynı şekilde, okullarda örgüt yapısına önem veren bilimsel yönetim yaklaşımının aksine, örgüt havasının daha önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Okullarda, iş analizi ve görev tanımı, sanayi kuruluşlarındaki gibi yapılamaz çünkü okul toplumunun bütün unsurları insandır.
Sonuç olarak; insanı makineler gibi işyerinin bir parçası olarak gören, örgüt iklimini ve kültürünü yok sayan, insanın sosyal ve psikolojik yönlerini göz ardı eden bu anlayışın yüz yıl sonra özellikle de okullarda uygulanmaya çalışılması verimliliği arttırmak bir yana öğrenci ve öğretmenlere yapılacak en büyük kötülük olarak ortaya çıkacaktır.
Bu konuda önerimiz yöneticilerin; çalışanların istekleri konusundaki kendi düşüncelerini değil, çalışanların gerçek isteklerini dikkate almalarıdır.