Mehmet DAĞLI
TÜRK EKONOMİSİNE DAİR BEYİN FIRTINASI: İYİ SENARYO KAPSAYICI BİR KALKINMA, KÖTÜ SENARYO TÜRKİYE ERKEN SANAYİSİZLEŞMESİ
Tacirler Yatırım Yönetim Kurulu Danışmanı Sayın Mehmet Aşçıoğlu: ‘’ 2024’e şimdiden önemli bir sektör ben yerleştiremiyorum. Öyle bir sektör yok; gelişmeler bunu tayin edecek. Ama sarmalı anlattım size, yani Türkiye maalesef devalüasyon ve enflasyon ortamında. Bu durumda sürekli üretebilecek; ürettiğini satabilecek, dışarıda ve içeride dengeli bir şekilde, bu firmalar önümüzdeki üç ve beş yılda büyümeye devam edecek, bırakın 2024’ü. O yüzden bunları alıp yatmakta fayda var. O sektörler neler, belli… Mesela ben otomotivde çok büyük bir geri çekilme beklemiyorum. Türkiye otomotivde bayağı bir safha kaydetti ama biraz evvel de anlattım, zaten bunu bir şekilde fiyatladık şimdilik, fakat gelecek fiyatlaması devam eder.(…)‘’ Şeklinde devam ediyor tespitlerine. Bize 37 yıllık bir profesyonelin bu sözleri ne ifade ediyor olabilir?
Bu alıntı aklımızın bir kenarında duradursun şimdi bu yazıya dair üstün körü bir açıklama yapalım. Adı üstünde ‘’ beyin fırtınası’’ olan bu yazımızda küresel aktörlerin ve Türkiye’nin güncel ve tarihteki durumlarına atıflar yapılırken beyin fırtınası yapmanın rahatlığını bulacaksınız. Aksi takdirde sıradan; akademik titri olmayan ve entelektüel seviyesi şaibeli olan bir insan olan bendenizin böyle büyük ve derinlikli konulara dair fikirlerini neden okuyasınız ki? O yüzden rahatça büyük ekonomik isimlerin; ülkelerin, içinde dünyanın grift ekonomik ve siyasi cereyanın kristalize olduğu bazı ekonomik terimlerin üzerinde bir şeyler tefekkür etmeye, altı üstü çok da iddialı olmayan bir beyin fırtınası yapacağımız için, rahatlıkla başlayabiliriz.
Aynı zamanda İnfo Yatırım’ın Araştırma Müdürü Sayın İsmail Güner bey de geçenlerde şöyle ifadelerde bulunmuştu: ‘’ Enflasyon gerçekten yapışkan, veba gibi, bir şekilde bulaştığında kurtulamıyorsunuz. O yüzden burada Türkiye’nin konumu her geçen gün gerçekten çok daha önemli oluyor ve Türkiye hem kısa mesafede hem de uzun mesafede çok iyi bir koşucu! Çok dinamik bir sanayimiz var bizim ve çok dinamik bir bankacılık sistemimiz var ve bunu bankacılık bilançolarından ve rasyolarından çok rahat bir şekilde okuyabiliyoruz. Dünyada bankacılık ile ilgili kaygıların olduğu dönemde bile bizim bankalarımızın rasyolarına; sermaye yeterlilik rasyolarına baktığımızda muazzamdı! Şimdi böyle bir durumda Türkiye’nin başarılı olma ihtimali çok daha yüksek! Diğer ülkelere göre; çevresindeki ülkelere göre, gelişmekte olan diğer ülkelere göre çok daha yüksek şansının ben olduğunu düşünüyorum.(…)‘’
Şimdi arkadaşlar sıradan vatandaşlar için Türkiye’nin potansiyelinin ne önemi olabilir diyebilirsiniz? Mevcut durumun gerçek bir vakıa olarak hayatımıza dokunduğunu ve enflasyonun ciddi şekilde her şeyi çürüttüğünden bahsedebilirsiniz ve sonuna kadar da haklı olursunuz. Ben şimdi burada bu haklılığınızı boyutlandırmak istiyorum; bu enflasyon-devalüasyon sarmalının çok kabaca nasıl bir aslında çok ciddi bir potansiyelinin sonucunun olduğuna dikkat çekmek ve nasıl vatandaşlarımıza ve ülkemize dair avantaja dönüştürme fırsatı içerdiğini irdelemek istiyorum kendi çapımda.
Arkadaşlar; Türkiyemiz ve dünyanın diğer gelişmekte olan ülkeleri, göreceli olarak yoğunluğu ve ihtiva ettiği nitelikleri farklı farklı olsa da ‘’ erken sanayisizleşme‘’ adı altında bir vakıa-bela ile başları ciddi şekilde derttedir. Bu ekonomik terimin çok ayrıntılı ve derinlikli şekilde ülkeleri kapsamakta olacağına ve bu ülkelerin tarihi şartlarına, coğrafi durumlarına ve güncel hallerine dair çeşitli farklı yorumlar alabileceğine dair bir düşünceye sahip olabiliriz. ‘’ Erken sanayisizleşmeye’’ dair kabaca bir tanım yapmaya çalışırsak bu terimin; çeşitli küresel şartların ve yereldeki ‘’ popülist politikaların’’ sonucunda gelişmekte olan ülkelerin endüstrileşme serüvenlerinin sekteye uğraması ve imalat sanayisinin ekonomide ürettiği değerin düşmesini tanımlamaya çalıştığını söylerebiliriz. Yine ‘’ erken sanayisizleşme’’ deyince dünyaca ünlü akademisyen Türk vatandaşı Dani Rodrik’in ilk akla gelen isim olduğu notunu da hemen buraya eklemeliyiz.
Türkiyemizin durumuna gelecek olur isek; Türkiye’miz 1990’larda dünyanın önemli imalat merkezlerindendi. 2000’lerdeki kriz ve devamındaki finansı aşırı önceleyen politikalar ile bu vakıa değişmeye başladı. Finansın esasında reel ekonominin çarklarının motor yağı olarak çok önemli olduğu düşünülebilir ve ülkemiz için önemli bir olgudur denilebilir. Öyledir lakin tam bu mezkur tarihlerde dünyada bir Çin imalat atağı dikkat çekmeye başlamıştır. Türk sanayisinin zorlanma sebeplerinin başlıcalarından birisinin Çin’in ucuz iş gücü ve üretim atağı olduğu net şekilde ortadadır. Türk sanayisinin ve ekonomisinin Çin tarafından yorulmasına ve de çeşitli büyük sosyal olayların üstüne; bir de pandeminin etkisi ile Türkiye içtimai hayatı ve ekonomisi ciddi şekilde hırpalanmış bir halde gözükmektedir. Türk sanayisinin çeşitli iç ve dış etkilere karşı ayakta kalabilmesine adına ise Türk içtimai hayatı enflasyon üretmek zorunda kalmıştır. Burada dikkat çeken ibarenin şu olduğunu düşünüyorum: ‘’ Türk içtimai hayatı‘’. Neden Türk ekonomi yöneticileri ya da Türk liderleri değil de ‘’ Türk içtimai hayatı‘’ ibaresi? Türk içtimai hayatı diyorum çünkü böyle büyük küresel cereyanlar ve tarihten gelen yapısal avantaj ve dezavantajlar üç beş karar vericinin kısa dönemli tavırları ve kararları ile değişen durumlar ihtiva etmez. Türk sanayisinin korunması gerekliliği enflasyon üretir, enflasyon ise devalüasyon üretecektir diye düşünülebilir.
Türk sanayisini ise felsefemizi anlamlandırabilmek adına çok kabaca bir çerçeveye oturtmaya çalışalım: Cumhuriyet rejiminin ilanı ile Sanayi Devrimini tarihin getirdiği çeşitli avantajlar dahilinde ortaya koymuş olan memleketlere yetişebilme ülküsüyle bazı adımlar atılmıştır. O zamana kadar Türkiye’de bir endüstriden bahsetmek mümkün değilken şimdi ülkemizde irili ufaklı 60 bine yakın fabrika mevcudundan bahsedilebilmektedir. Bu sanayinin büyük üreticileri ele alındığında ‘’ öğrenerek, dışarından teknoloji transfer etmeye çalışarak bir ithal ikame’’ sanayisi olabilmek zorunda kalmak onlar için bir mecburiyet olmuştur. Çünkü arkadaşlar malumunuz üzere Sanayi Devrimini başlatan memleketler ile Türkiyemizin aynı avantajları içermesi nasıl düşünülebilirdi? Hatta bu dezavantaj yüzünden Sanayi Devriminin ana özütlerinden olabileceği düşünülebilecek olan ‘’ nitelikli bir nicelik üretimi‘’ Türkiyemiz sanayileşmiş olsa bile Türk içtimai hayatına tam oturtulabilmiş bir vakıa olamamıştır. Bu ‘ ithal ikameci’ temelli sanayiyi kimi zaman aşağılamak için ‘’ montajcı’’ olarak yaftalayanlar olmuştur. Lakin anlaşılacağı üzere ‘’ montajcılık’’ içeriğinde öğrenmeyi-teknoloji transferini taşıyabilmekte, üretilen malda işçiliği-mühendisliği-girdileri yerli imkanlarla karşılamayı sağlayabilmektedir. İstihdam yarattığı, ihracat kanalıyla ortaya çıkan maldan içerisine konulan yerli katma değer oranında ülkemize döviz girdisi sağladığı ortadadır. Bu malların tümüyle ithal edilmesinden çok daha avantajlı şekilde de insanımıza ulaştırılabilme imkanı da sağlamaktadır. Ticaret ve üretimin Türk ekonomi dünyasında yol kat etmesine olanak sağlamaktadır. Bu sanayinin kimi kuruluşlarının yönetimini Cumhuriyet tarihinin neşet ettirdiği önemli kurumsal holdingler organize etmektedir. Bu holdingler bazılarında sermaye birikimi olarak antipati toplayabilir, ben bunlara baktığımda Türk insanının yani en kaliteli beşeri sermayesinin ve işçisinin istihdamını görmekteyim. İşte böyle bir sanayi yapısı vakıası Türk içtimai hayatındaki gerçektir; bu gerçekliğin yerli katma değer oranını ne kadar çok artırır isek o kadar çok refaha ulaşabileceğimiz düşünülebilecektir.
İşte tam bu noktada Türkiye’mizin bazı avantaj ve dezavantajları dikkat çekmektedir. Öncelikle geçen günlerde dünyaca ünlü akademisyen Daron Acemoğlu’dan da şu alıntıları yazımızın anlatmak istediğine bütünleyici bir katkı olarak koyalım: ‘’ (…)Ama daha da önemlisi, Türkiye’nin ekonomik problemleri çok daha yapısal. Ve şu anda bunlara yanıt getirmek gibi bir yaklaşım yok gibi. Türkiye’deki büyüme 2006 senesinden beri düşük kaliteli, teknolojik olarak ilerleme olmadan ve verimliliğin çok az arttığı bir şekilde oldu. Örneğin bu kitapta bunun detayları anlatılıyor. (Çıkmaz Yol Dünden Bugüne Türkiye Ekonomisi) Şu anda faizleri biraz arttırıp çok negatif reel faizlerden daha az negatif reel faizlere geçersek bunun bu yapısal problemlere büyük bir katkısı olmayacak. Çok daha radikal ekonomik değişime gerek var. Türk ekonomisinin potansiyeli çok yüksek ve çok daha kaliteli olarak büyümesi mümkün. Genç nüfus, Girişimci yaklaşım. Üretkenliği akmaya başlayan bir çok şirket var. Bu potansiyelin gerçeğe dönüştürülmesi için kurumsal reformlara gerek var. Bunlar içinde yolsuzluğu azaltmak, daha çok rekabet yaratmak, politik belirsizliği azaltmak ve yargı kurumlarını iyileştirmek önemli. Teknolojiye, eğitime ve işçilerin üretkenliğine yatırım çok önemli. Türkiye’nin önündeki önemli bir tehlike bir 10 sene daha düşük kaliteli büyüme ile devam edip elindeki potansiyeli kaybetmek. Bu sürede nüfus yaşlanmaya başlayacak ve yapay zeka ve başka teknolojiler ilerleyip, Türkiye’yi daha da geride bırakabilir. Bence Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike böyle vasat bir şekilde devam etmesi. ‘’ Aynı zamanda Daron Acemoğlu Batı ülkelerinin yapay zekayı otomasyonda kullanmasının Türk ekonomisinin Batı karşısında rekabet edemeyeceğine dair düşüncelerini de devamındaki günlerde açıklamıştı. Anlaşılacağı üzere Çin gibi gelişmekte olan bir sanayinin rekabetinin yanına bir de Batı’dan oluşabilecek yeni bir dezavantajlı cereyan dikkat çekmektedir.
Şimdi bu tespit ve alıntılar dahilinde bazı çıkarımlarda bulunmak gerekirse: Ülkemiz halkçı bir rejimle yönetilen sosyal bir devlete sahip olduğu için mühendislik fakültelerimiz mümkün olduğunca Türk vatandaşlarının eğitim hayatına dahil olmaktadır. Sanayimiz için eğitim kalitesi ne kadar tartışmalı da olsa ‘’ mühendis kafasına‘’ sahip teknik eleman yetiştirilmektedir. Bu sadece adının mevcut olduğu Bolivar’ın memleketine ve onun komşusu ülkelere kıyasla gerçek bir avantajdır. İşte zaten bu yüzden Türkiyemizdeki sanayi hiçbir zaman Latin Amerika sanayisi gibi ciddi bir şekilde erezyona uğrayıp onlar kadar erken sanayisizleşmeye maruz kalmamıştır. Türkiyemizin ihtiva ettiği tarih, bu milletin tarihsel iddiları ve dinamizmi zaten sömürge tarihine sahip ülkelerle değil Batı medeniyeti ile rekabet edebilecek niteliktedir. Zaten bu avantajlarımız aynı zamanda, benim fikrime göre, hep de dezavantajlarımızı da ihtiva etmektedir; böyle bir dinamik güç merkezi büyümeden duramamakta, hep bir niceliksel rekabete maruz kalmakta, tarihin diğer getirdiği dezavantajlı şartlar içerisinde ise böyle bir dinamik enerji büyük mücadelelere sağlam temeller dahilinde katılamamaktadır. Bir Brezilya-Arjantin içtimai hayatından farklı olarak ülkemizde vatandaşlarımız daha değerlidir, devletimiz halkçıdır ve sosyaldir. Ama Avrupa ülkelerine kıyasla onlarla rekabet edemeden de duramayan bir içtimai hayat ama aynı zamanda bu niceliğe yetişmeye çalışırken nitelik kısmından taviz vermek zorunda kalan bir ekonomi vakıası da karşımızdadır. Belki de dinamik bir ulusun bu şartlar altında neden sürekli fakirleştiren bir büyümeye maruz kaldığının açıklayan sebeplerdendir bu vakıalar.
Türkiyemizin diğer başka rakiplerine bakacak olursak gözümüzü doğuya çevirmemiz gerekebilir. Çin ve Hindistan gibi devasa yapılar ve diğer Uzak Doğu ülkeleri… Çin’e baktığımızda Afyon Savaşları ve devamındaki süreçte ulus olarak onurlarının kırıldığı düşünebilecekse bile o kısa sayılabilecek tarihsel dönemin dışında hiçbir zaman dünyadaki iddialarını kaybetmemiş bir memleket olarak karşımıza çıktığı düşünülebilir. Bu devasa iddialı yapı ise Çin ülkesinin tamamını kapsayan bir kalkınma ve ekonomik refahı milyar nüfusana yaymak zorunda olduğu gerçeği ile karşı karşıyadır. Yine bu devasa yapının sanayileşme sürecinin ülkemizi ne kadar zorladığı ve yıkıcı bir rekabete maruz bıraktığı düşünülebilecek olsa bile Türkiye’mizdeki sanayileşme tarihini en az 20 yıl geriden takip ettiği düşünülebilir. Peki bu ne demektir? Bu Türk imalat sanayisinin becerilerinin Çin imalat sanayisine göre çok avantajlı olduğuna işaret etmektedir. Çin çok ciddi bir yapıdır ama Çin ülkesinde hiçbir zaman Türkiye’deki olduğu kadar halkçı ve sosyal bir devlet tarihte olmamıştır. Bu durum eğitim imkanının Türk vatandaşlarına Çin’deki vatandaşlardan daha kolay ve kapsayıcı bir şekilde ulaşabileceğini düşündürtebilir. Türk mühendislerinin; işçilerinin, işadamlarının Çin’den daha önce ya da en azından onlardan daha çok ustalaşarak ya da niş sektör ve ustalık alanlarında uzmanlaşarak avantajlı konuma geldiği düşünülebilir. Bunun ispatı ise Türk imalat sanayisinin patent üretme kapasitesidir bence. Yazının başında Sayın Mehmet Aşçıoğlu’ndan alıntıladığımız ifadeleri hatırlayalım. Türk otomotiv sektörü büyük mesafe kaydetmiştir. Üretim rakamları ortadır ve daha çok dikkat çeken şey ise ülkemiz sanayisi ve insanına kattığı teknolojik becerilerdir; Türk Panent ve Marka kurumunda Türk otomotiv sektörünün önemli markalarının patentleri sorgulandığında kimisinde binlerce yeni patent yani teknoloji üretimi ve beceri gelişiminin ispatının ortaya çıktığını görebileceksiniz.
Bütün bunlar dahilinde vatandaşlarından küçük bir kısmını anca refaha kavuşturup ülke geneline yayamadığı bir kalkınma problemine sahip bir Çin’in Türkiyemizin normalde rakibi olamayabileceği düşünülebilir. Türkiyemizin bahsettiğimiz avantajlarını kendi göreceliği üstünlüklerini verimli şekilde işleyerek gerçek rakipleriyle gerçek rekabetlere girebilecektir. Çin ve Hindistan gibi devler üst üste konulduğunda on ya da yirmi tane Türkiye enerjisine sahip olabilir ama kendilerine has avantaj ve dezavantajlarına sahiptirler ve sanayileşme ve kalkınma süreçleri ve hatta tarihleri ve coğrafyaları ve iddialarıyla Türkiyemizden farklı içtimai hayatlar ihtiva etmektedirler. Bir kere Türkiyemiz mühendislik hizmeti veren şirketleri gibi çeşitli farklı alanlardaki örnekleri çoğaltılabilecek niş sektör ve uzmanlık alanlarıyla bile diğer başka Uzak Doğu ülkeleriyle rekabet edebilir. Türkiyemizin tarihi serencamı Batı ile rekabet etmeyi öncelemektedir. Bu durumda sayın Daron Acemoğlu’nun belirttiği üzere Türkiyemiz avantajlarını harcayacak heba etmemeli ve görece avantajlı olduğu vakıalar dahilinde insanını önceleyip beşeri sermayesine ciddi şekilde yatırım yapmalıdır. ‘’ Vasat büyümeden’’ sakınılmalıdır. Yine Türk insanımız ise daha çok halkçı, sosyal, kapsayıcı politikalar talep etmelidirler. Sayın Daron Acemoğlu’nun bir sosyal medya yayınında belirttiği üzere Batı’da otomasyonda yapay zeka kullanımı ve buna dair haberler gündemde yoğunlukta ama aksine Türkiye’de ise seçim ve diğer başka iç meselelere konuşulmaktadır. Ekonomi söz konusu olduğunda günümüz gençleri ile ‘’ çizgili tşörtlü-çıkar telefonunu diyen ve jeliboncu dayılar‘’ üslup farklarına rağmen aslında hemen hemen aynı şeyleri konuşup talep etmektedirler. Hepsi birden ‘’ kalkınma ve refah istiyoruz‘’ diyorlardır açıkçası. Türk içtimai hayatında dolaşan bu şifreli taleplerin ise daha eğitimli gençler ve Türk aydınları tarafından decode edilmesi gerekmektedir.
Türk içtimai hayatı ve insanları kutuplaşmak yerine daha kapsayıcı büyüme ve kalkınmayı gündemde tutmalıdır!...
Sıradan Türk insanlarının bütün bu ekonomik vakıa ve ‘’ siyasi cereyanının‘’ olası olumuz ekonomik etkisinden nasıl kurtulabileceği sorusu burada önemli olmaktadır. Bence bir Türk vatandaşı borsanın önemini ve felsefesini kavrar ve aynı zamanda Türkiyemizin şartlarına özel bir ‘’ Türkiye erken sanayisizleşmesi‘’ sürecini yine Türkiyemizin karakteristik avantajları bağlamında onlardan güç alarak delip aşabilecek ve bu şekilde dünyadaki muadilleriyle mücadele edebilecek imalat sanayi şirketlerimize ve Türkiyemizin avantajlarını arkasına alabilecek hizmet ihracatçısı şirketlere doğru zamanlama ve döngülerle yatırım yapabilirse umarız sadece bir tanımlamadan ibaret olacak olup asla gerçek bir vakıa olmayacak olan bir ‘’ Türkiye erken sanayisizleşmesi‘’ ve yaratacağı dezavantajları kendi özel hayatlarından diskalifiye edebilir. Ve zaten Türkiyemiz kendi avantajlarını katma değerli mal ve hizmet üretiminde kullanarak bu soruna maruz kalmadan defedecektir bu senaryo dahilinde Türk vatandaşı bir yatırımcı daha pozitif bir şekilde ekonomik ortalamadan ayrışabilecektir.
Tekrar değinmek gerekirse, Türk içtimai hayatında kapsayıcı-yapıcı-refahı önceleyici bir ekonomik büyüme önemli gündemlerden olmalıdır. ‘’ Her şeyi devletten beklememek‘’ şeklindeki Türkiye şartlarına çok da güzel uyan bir sözle bitirecek olursak; Türkiye Cumhuriyeti bazı muhalefet odaklarına rağmen üniversite ve mühendislik fakültelerinin Türkiye’nin birçok yerinde arzını artırmıştır. Bu halkçı ve sosyal icraatları Türk halkı eğitimin kalitesine dair yapıcı eleştirilerle kucaklayabilir ya da mesela ülkedeki gri ekonominin vergilendirilebilecek şekilde dönüştürülmesi yönünde ve de ‘’ kara para‘’ ve mafyacılığın yok olması yönünde talep ve tavırları ortaya koyabilir.
Fikirler çoğaltılabilir ama sanırım anlaşılacağı üzere halkçılık, sosyal devlet, kapsayıcılık, demokrasi, müzakere, kalkınma temeller olarak ön plana çıkmaktadır. Bunların karşısındaki odak; vaka, vakıa ve düşüncülere Türk halkı prim vermemelidir!...