Mecbur BODUR
“ESRAR-I SALTANAT” DEVLET MEMURLARI
Türk devlet geleneğinde Osmanlının kurucusu Osman Bey’in oğlu Orhan Bey zamanına kadar inen kitabet ( memuriyet ) usullerini iyi bilen katip zümresi ve bunların örgütlenmesinin sağlandığı merkezi bir idarenin varlığı ile başlayan , Yavuz Sultan Selim zamanında “Esrar-ı Saltanat” yani devletin sırdaşları olarak değerlendirilerek protokolde belli öncelikler verilen medrese eğitiminden sonra bürolarda katip olarak görev alan ve devlet işlerinin yürütülmesinde önemli bir işlevi yerine getiren, Cumhuriyet döneminde ilk olarak 1924 Anayasasına dayanarak 788 sayılı Memurin Kanunu ve sonrasında çıkarılan, ancak pek çok değişikliğe uğramış 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ile günümüze kadar devam eden süreçte tüm kamu personelini kapsayacak şekilde Memur ve Müstahdem olarak düzenlenen istihdam şekli ile son halini alan Kamu Personel Rejiminde Memur ; Kendisine devlet hizmeti verilen ve hususi sicilde kayıtlı olarak umumi veya hususi bütçeden aylık alan kimse, Müstahdem ise ; devlet işlerinde ücretle kullanılan ve memur siciline kayıtlı bulunmayan ve memurların hukuk ve yetkilerinden yararlanamayan kamu görevlileri şeklinde tanımlanmıştır.
Aynı zamanda 788 sayılı kanun ile idarenin azil yetkisine son verilerek memurluk mesleğine güvenceli bir statü kazandırılmış ve memurun idarecilerin tahakkümünden etkilenmesini, çekinmesini, idarecilere veya siyasilere boyun eğmesini gerektirecek şart ve koşulları ortadan kaldırarak Devlet Memurunu yalnızca devlet işleri ile sorumlu kılmış, zaman içinde değişebilecek idareci ve yöneticilerin keyfi uygulamalarının da önüne geçilmesi amaçlanarak iş güvencesi korumaya alınmış ve aynı güvence 657 sayılı kanun ile de devam ettirilmiştir.
Ne yazık ki zaman içerisinde gelişen koşullar altında Devlet Memurluğu kavramı özellikle siyasilerin ve siyasi iktidarların hedef aldığı bir kavram olmaya başlamış, devlet memurluğu kavramının önemini kavrayamamış bir kısım devlet memurları da siyasi iktidarların ve kendi bireysel menfaatlerinin oyuncağı olarak siyasete bu anlamda katkı sunmuş, bireysel beklenti ve çıkarlarını gerçekleştirebilmek uğruna siyasete boyun eğmiş, devlet memuru olmanın gereklerini değil, siyasetçilerin siyasi çıkar ve amaçlarının gerçekleştirilmesini sağlamaya çalışır olmuşlardır.
Devlet memuru her şeyden önce kendisine verilen yetki ve sorumluluklar dahilinde devletin iş ve işleyişinden sorumlu, kendisine verilen görevi en iyi şekilde ve en kısa zamanda yerine getirmesi beklenen, devletin kendisine verdiği yetki ve imkanları en iyi şekilde değerlendirmesi gereken, önce kendi vicdanına karşı sorumluluk bilinciyle devlet işlerinin yürütülmesi için görev yapan kişidir. Mesai saatlerine geliş gidişlerinden başlanmak üzere, yasal mevzuatı suistimal etmeksizin, kendisine teslim edilen malzeme, teçhizat, makine, araç-gereç, donanım v.b. her türlü araç gerecin dikkatli ve titiz bir şekilde kullanımı, çalıştığı kurumun maddi ve manevi her türlü varlığını ve saygınlığını ön plana alan tutum ve davranışlarıyla örnek olacak şekilde, siyasetçi, idareci veya yöneticilerin değil devletin hizmetinde olmak bilinci içerisinde, sürekli kendini yenileyen, geliştiren teknolojiyi ve en azından kendi alanıyla ilgili her türlü gelişmeyi takip eden, donanımlı ve bilinçli bireyler olarak devlet hizmetinde olduklarının bilinciyle hareket etmeyi ilke olarak benimsemiş kişiler eliyle yürütülen devlet işleri sayesinde devletin işlerliği ve verimliliği en üst düzeyde sağlanabilecektir. Her bir devlet memuru aldığı maaşın devlet kaynaklarından ve hizmet ettiği milletten alınan vergilerle ödendiğini unutmaksızın, kendisinden beklenen iş ve sorumlulukları yerine getirmek ve bu bilinçle hareket etmek durumunda olmalıdır.
Tüm bu beklenti ve sorumlulukların devamında, işini ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getiren memurun kendisine karşı idare ve yönetimce uygulanabilecek olan keyfi, haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı da devlet memurlarının hak ve kazanımlarının savunucu ve geliştirici mekanizmaları olan, hukuk çerçevesinde hareket kabiliyetlerini sonuna kadar kullanacak olan sendikaların varlığı ve gerekliliği de tartışılmaz bir vakıadır.
Kısaca özetlemek gerekirse , devlet memuru hiç kimsenin emir eri olmadığı gibi, devlet imkanları da hiç kimsenin oyuncağı, kendisine sunulmuş ve keyfi olarak kullanabileceği tasarrufu değildir. Hiçbir devlet memuru şucu, bucu, şunun adamı, bunun adamı, şu partinin , bu partinin, şu cemaatin, bu tarikatin değildir ve olmamalıdır. Devlet memuru ve idarecileri devletin hizmetinde, kendi vicdanına ve millete hesap vermenin bilincinde olmalı, hak ve hukukunu da bir kısım oluşumlar veya kişiler himayesinde değil, kanunlar, yasalar ve mevzuat çerçevesinde, hukuk içerisinde aramalıdır.
Ülkemizde yaşanan son gelişmeler ışığında ; devlet memurlarının hizmet etmeleri gereken tek bir kavram olarak devlet ve millet kavramları birer abide gibi karşımıza çıkmakta, bunun dışındaki her türlü kavram ve oluşumun devlete ve millete karşı birer ihanet odağı olduğu çok daha net ve iyi bir şekilde anlaşılmaktadır