Abdullah DAMAR
MEB’de Kararsızlık ve Yönetişimsizlik!
Pandemi nedeniyle okul öncesi ve ilkokul 1. sınıfların haftada bir gün yüz yüze eğitime alınması şartıyla seyreltilmiş ve esnekleştirilmiş bir şekilde, 21 Eylül 2020 tarihinde başlayan yeni eğitim-öğretim yılı, Milli Eğitim Bakanlığı tarihine de ‘karar verme’, ‘yönetişim’ kavramları anlamında en olumsuz örneklerin yaşandığı bir dönem olarak geçmiştir.
Bilindiği gibi karar verme; kişi ya da kurumları amaç ve hedeflerine ulaştıracak yollar, yöntemler, teknikler, araçlar, imkânlar ve kaynaklar arasından seçim yapma işlevini içeren tüm duygusal, düşünsel ve zihinsel fonksiyonların toplamı olarak tanımlanmaktadır.
Yönetişim ise bir toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzen anlamına gelmekte; kamu kuruluşları ve özel sektör arasındaki sınırlarda gelişen yönetim tarzlarını göstermekte, yönetimin daha iyi yönetebilmek amacıyla yeniden yapılandırılmasına vurgu yapmakta ve birbirine bağlı olan pozisyonların ve çatışan, karşıt çıkarları olan aktörlerin oluşturduğu, farklı ağsal yapıları koordine eden bir süreç olarak da görülmektedir.
Bu tanımlardan sonra 21-25 Eylül 2020 tarihleri arasında yaşananları, bir milyonu aşkın öğretmen, on sekiz milyon öğrenci ve yaklaşık beş milyon veli açısından değerlendirecek olursak, Milli Eğitim Bakanlığının tam bir kararsızlık ve yönetişimsizlik yaşadığını ifade edebiliriz.
Öncelikle Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk, 29 Ağustos 2020 tarihinde, “Hiçbir çocuğumuzu ve öğretmenimizi riske atan bir karar imza atmayız. 21'inde belirli sınıflarda yüz yüze eğitimi başlatacağız. Salgının seyri itibariyle, sürekli değerlendirme söz konusu olduğu için biz bunu takip ediyoruz. Buna uygun olarak da durumumuzu dikkate alacağız.” şeklinde bir açıklama yaparak, yüz yüze eğitimin bazı sınıflar açısından 21 Eylül 2020 tarihinde başlayacağını üç hafta öncesinden duyurmuştu.
Bu sırada eğitim paydaşları olan öğretmen, öğrenci ve veliler merakla bu sürecin nasıl yürütüleceğine dair resmi açıklamaları beklemeye başladı. 13 Eylül 2020 tarihinde yapılan açıklamada ise okul öncesi ve ilkokul 1. sınıfların haftada bir gün olmak üzere, seyreltilmiş bir şekilde yüz yüze eğitime başlayacağı, 8. ve 12. sınıfların DYK kurslarına devam edebileceği, ilk ve orta öğretimin diğer sınıflarında ise uzaktan canlı derslerle eğitim-öğretimin sürdürüleceği ifade edildi.
21 Eylül tarihi geldiğinde, normal dönemde herhangi bir resmi yazıya gerek yok ama pandemi döneminin gereği olarak resmi yazı gereken bir durumda öğretmenler herhangi bir resmi yazı olmadan okul idareleri tarafından okullara çağrıldı. Yapılan toplantılarda, yine herhangi bir resmi yazı olmadan yüzü yüze eğitime başlayacak sınıfların öğretmenleri hariç, bütün öğretmenlere, normal dönemde üzerlerine tanımlanan haftalık ders yükü kadar, EBA üzerinden uzaktan canlı ders yapmaları, yine resmi yazı olmadan ders programlarını ve EBA üzerinden harici ders tanımlamalarını kendilerinin yapmaları istendi. Bu direktiflerle evlerine dönen öğretmenler 22 Eylül’de 2020 tarihinde çökmüş bir EBA ile karşılaştı. MEB’in yaptığı basın açıklamasıyla bu çöküşün aşırı yüklenme ve siber saldırı olduğunu öğrenen öğretmenler EBA üzerinden ders yapmaya, öğrenci ve velilerden gelen şikâyetleri kendilerine göre cevaplamaya çalıştı. Bu çöküş zaman zaman düzelse de 26 Eylül 2020 tarihi de dâhil olmak üzere aralıklarla devam etti.
Hafta boyunca MEB tarafından, sürecin nasıl yürütüleceğine dair öğretmenlere tebliğ edilen bir resmi yazı olmadı. Bu süreçte öğretmenler, sosyal medyadan ve web sitelerinden elde ettikleri bilgiler doğrultusunda görevlerini yerine getirmeye çalıştı. Belki de bu hafta, öğretmenlerin yaşadığı en stresli haftalardan biri olarak eğitim tarihine geçecektir. Çünkü EBA üzerinden canlı ders yapma zorunluluğu, çöken sistem, panik halinde olan öğrenci ve velileri yatıştırma görevi, herhangi bir resmi yazı olmadan, öğretmenlerin uhdesine bırakıldı. Birçok okul müdürlüğü de inisiyatif almayarak, bu sürece okulsuz etkide bulundu.
Hafta sonuna gelindiğinde, MEB tarafından 23 Eylül 2020 tarihli iki yazı yayınlandı. İlki, bu dönemde ek ders ücretinin nasıl ödenip, ödenmeyeceğine, ikincisi ise haftalık canlı ders saatlerinin ilkokullarda 4 saat, ortaokullarda ise 6 saatle sınırlandırılmasıydı.
Bu süreci, özel okulların telafi eğitimine başladığı 17 Ağustos 2020 tarihine kadar geriye götürecek olursak, MEB’in ortaya koyduğu yönetim sürecini tam bir ‘kararsızlık’ ve ‘yönetişimsizlik’ olarak adlandırmak mümkündür. Çünkü;
-2020-2021 Eğitim-Öğretim yılı, pandemi nedeniyle, eğitim sisteminin paydaşları olan eğitim sendikaları, eğitim fakülteleri ve eğitim-düşün kuruluşlarıyla iletişim kurularak görüş alışverişinde bulunulmadan planlandı. Bu kurum ve kuruluşların olumlu katkı ve önerileri dikkate alınmadı.
-Özel rehabilitasyon merkezleri, özel öğretim kurumları haziran ayından bu yana faaliyetlerine devam ederken, özel okullar fiilen (!) eğitim-öğretime başlarken, MEB devlet okullarını gerekli önlemleri alarak, açmakta tereddüt yaşadı.
-Okulların açıldığı ilk hafta eğitim-öğretim, MEB tarafından öğretmenlere tebliğ edilen herhangi bir resmi yazı olmadan, öğretmenler tarafından fiilen yerine getirildi.
-Gerekli altyapı hazırlıkları yapılmadan, öğretmenlerin, uzaktan canlı dersleri EBA üzerinden yapmaya zorlanması sistemin çökmesine ve eğitim paydaşlarının endişe yaşamasına neden oldu. Uzaktan canlı derslerin EBA üzerinden mi, başka platformlar üzerinden mi yapılacağı halen belirsizliğini korumaktadır.
-Öğretmenlerin, bu olağanüstü dönemde görevlerini yapmaya çalışmalarına rağmen, normal dönemde aldıkları ek ders ücretinin kamuoyunda tartışılır hale getirilmesi her açıdan olumsuz olmuştur.
-İnternet bağlantısı, bilgisayar, tablet ve diğer araçların eksikliği nedeniyle uzaktan eğitimden yararlanamayan öğrencilerin sayısının 6 milyonu aştığı bir ortamda, bu konuda yönlendirici bir konum alması gereken MEB’in, hiçbir şey söylemeyerek susması, MEB’den beklentileri sönümlendirmiştir.
Geçen bir aylık süreç, karar alma ve yönetişim açısından bunlara benzer örneklerle doludur.
MEB, belirtilen durumların iyileştirilmesi için yönetim süreçlerini yeniden yapılandırmalı, görevini yerine getirmekte geciken bürokratlarla yollarını ayırmalı, amaç ve hedeflere uygun kararları zamanında almalı, bu kararları zamanında okullara ve öğretmenlere ulaştırmalı, eğitim sisteminin ve eğitim kamuoyunun taraflarıyla iletişim ve etkileşimi güçlendirmeli ve son olarak yönetişimin gerektirdiği etkin yönetim anlayışını sergilemelidir.
Kaynaklar
M. Akif ÖZER. YÖNETİŞİM ÜZERİNE NOTLAR. Sayıştay Dergisi. Sayı:63
Salih Güney. (2011). Örgütsel Davranış. Nobel Yayın. S.263