Abdullah DAMAR
Eğitim Örgütlerinde Yabancılaşma Nedir, Nasıl Aşılır?
Yabancılaşma kavramı konusunda Alman düşünür Hegel önemli tespitler ortaya koymasına rağmen, kavrama gerçek anlamda merkezi bir rol atfeden ilk düşünür Karl Marx’tır. Marx'ta yabancılaşma kavramı; insanın kendi doğasından, işçinin ürettiği ürünlerden kopuşunu; insanla tanrı, toplumsal yaşamla siyasal yaşam, insan etkinliğiyle ekonomik ilişkiler arasındaki bağların tersine dönüşünü; öznenin nesne tarafından baskı altına alınışını, insanların dini temsiller önünde eğilmesini, devletin toplumsal yaşama egemen olmasını, işçilerin sermaye tarafından baskılanmasını, ifade eder. [i]
Markovic, Marks’ın yabancılaşma kuramında beş boyutun göze çarptığını belirtmektedir. Bunlar;
-İnsan etkinliğinin ürünü üzerinde denetimin yitirilişi,
-Kıskançlık, rekabet, güvensizlik, olası işbirliğine karşı düşmanlık, anlamlı iletişim ve diğer insanların gereksinimlerinin doyurulmasına ilişkin özen gibi toplumsal ilişkilerdeki patolojik özellikler,
-Yaratıcı etkinlikler ve boş zaman,
-Öz-kimliğin (benliğin) yitirilişi, benliğin parçalanması ve bunların birbirine yabancılaşması,
-İnsanın doğaya yabancılaşmasıdır.
Marks, modern toplum olarak adlandırılan kapitalist toplumda, üretim ilişkilerinde emeği ile yer alan işçi olarak adlandırdığı insanın önce kendi emeğine, sonra toplumsal ilişkilerine ve en sonunda da kendine, bir insan olarak insani özüne yabancılaştığını vurgular.[ii]
İnsanın bu yabancılaşma serüvenini ayrıntılı ve kapsamlı ele alarak sınıflandıran Seeman’a göre ise yabancılaşma; Güçsüzlük, Anlamsızlık, Kuralsızlık (Normsuzluk), Toplumsal Yalıtım ve Kendine Yabancılaşma olarak ayrılır;[iii]
Güçsüzlük; kişinin, geleceğini kendisinin değil dış etkenlerin, örgütlerin, kaderin ya da şansın belirlediği düşüncesini yaşadığı psikolojik duyarlılık hali olarak tanımlanabilir.
Anlamsızlık: Bu tür yabancılaşma bireyin içinde olduğu olayları anlama duygusu ile ilgilidir. Anlamsızlık, grup deneyimini tam olarak paylaşmada karşılaşılan başarısızlıklar, yani bireyin neye, hangi genel doğrulara inanacağını bilememesi durumudur.
Kuralsızlık: bireyin değer yargılarının toplumda işlevsizleşmesi ya da değer yargılarını ortaya koyamamasıdır.
Yalıtılmışlık: Toplumsal yalıtım olarak da ifade edilen yalıtılmışlık, insanın topluma alınmadığı, toplumdan atıldığı duygusunu geliştirmesidir. Bu tür yabancılaşmada insan başkalarıyla anlamlı ilişki, etkileşim ve iletişim kuramaz ya da kurmaktan çekinir.
Kendine Yabancılaşma: Bu tür yabancılaşma, insanın yaptığı davranışların, geliştirdiği değer, ölçün, gereksinme ve isteklerine dayanmaması, uymamasıdır. Bu durumda kendine yabancılaşan birey eylemlerini, gelecekte almayı umduğu ödüller için ya da eylemleri başkalarını etkilediği için gerçekleştirmektedir.
Örgütlerde yabancılaşmaya yol açan etmenler oldukça çok ve çeşitlidir. Bunları, örgütsel ve çevresel etmenler biçiminde ayırmak genel kabul görmüştür. Örgütsel etmenler, yönetim biçimi, örgütün büyüklüğü, üretim biçimi ve çalışma koşulları; çevresel etmenler de, ekonomik, kültürel, teknolojik, politik ve hukuksal yapı ile kentleşme olarak sıralanabilir.[iv]
Ulusoy (1988) tarafından Ankara Şeker Fabrikasının dört ayrı ünitesinde gerçekleştirilen ve işe yabancılaşma düzeylerini belirleyen etmenlerin incelendiği araştırmada, işe yabancılaşma düzeyini belirleyen en önemli etkenin denetim, ikinci önemli etkenin işin rutinliği ve üçüncü önemli etkenin ise iş koşullarından duyulan hoşnutsuzluk olduğu görülmüştür.[v] Denetim yoğunlaştıkça işe-yabancılaşma düzeyinin de yükseldiği gözlemlenmiştir. İşçi, gerçekleştirmekte olduğu işe ilişkin kararlar ve örgüt düzeyindeki kararlara katılabiliyorsa işe yabancılaşma düzeyi düşük, katılamıyorsa işe yabancılaşma düzeyi yüksek olmaktadır. Yapılan işin rutin olup olmaması da diğer bir etken olarak işe yabancılaşma düzeyini belirlemektedir. Gerçekleştirilen işin rutinliği yükseldikçe işe yabancılaşma düzeyi de artmaktadır.
Yabancılaşma ile ilgili bu tespitlerden sonra eğitim sistemimize ve okullardaki işleyişe baktığımızda; eğitim sisteminin aşırı merkezileşmiş bir yapısının olduğunu ve her türden denetimin yoğun şekilde uygulandığını görürüz. Aşırı merkezileşmiş ve denetimin yoğun olduğu örgütlerde bürokrasinin olumsuzluklarının yaşandığı bilinmektedir.
Bir bütün olarak eğitim sistemimizde ve okullarımızda, öğretmenlerin ve diğer çalışanların işe ilişkin kararlara katılma, inisiyatif kullanma olanaklarının çok sınırlı olduğu da bilinen bir gerçektir. Öğretmenlerin özellikle güçsüzlük yaşamalarının temel nedeninin bu olduğu düşünülebilir. Ülkemizdeki yaygın yönetim anlayışının demokratik yönetim olmaması, programların belirlenmesinde, yönetmeliklerin yapılmasında, okul yöneticilerinin seçilmesinde, ülkenin eğitim politikasının geliştirilmesinde öğretmenlerin hiçbir etkisinin olmadığının bilinmesi, kendilerini güçsüz hissetmelerine neden olabilir.
Öte yandan okullarda rutin işlerin çokluğu, testlerle, sınavlarla öğretmenin müfredatı hayata geçirmesine şekil verilmesi, veli-idare ikilisinin öğretmenin sınıf yönetimine sürekli müdahil olması gibi etkenler nedeniyle ‘öğretmen özerkliğinin’ yok edilmesi, öğretmenin yabancılaşmasına neden olan unsurlardan biridir.
Göreve atanırken, görev sırasında ve görevde yükselirken görüşü hiçbir şekilde alınmayan; görev esnasında idareciler tarafından belli sendikalara üye olmaya özendirilen veya zorlanan; okuldaki kararlara katılamayan; sürekli denetlenen; sınıfında müfredatı nasıl işleyeceğine dolaylı veya dolaysız şekilde müdahale edilen; eğitim sistemi ve mesleki gelişim ile ilgili söz söyleme hakkı olmayan; sınavlara öğrenci hazırlamaktan öteye geçmeyen misyonlarıyla adeta ‘teknisyen’ durumuna düşürülen; son dönemlerde velinin bile önüne yem olarak atılan öğretmenlerin, okula, sisteme ve kendilerine yabancılaşmaması mümkün mü?
Yabancılaşma öğretmenlerin; yaratıcılığını, öğrencilerine ve topluma örnek bir model olmalarını, mesleki yönden kendilerini geliştirmelerini, toplumsal kalkınmaya katkısını, öğretme-öğrenme sürecindeki etkililiğini, öğretim hizmetindeki verimliliğini, okul yönetimi ve diğer öğretmenler ile işbirliği içinde çalışmalarını engeller.
Ne yapmak gerekiyor?
Öğretmenlerin, okullardaki bu çok boyutlu yabancılaşmasının önüne geçmek için yabancılaşmaya neden olan sorunların ortadan kaldırılması gereklidir. Ancak bu çok kolay çözülebilecek bir konu değildir.
Çünkü bu sorunların ortadan kaldırılması politika yapıcıların karar vermesi ve sistemin bir bütün olarak rehabilite edilmesi ile mümkündür. Öğretmenlerin özellikle kendilerini denetim altında hissetmemeleri, okul yönetimlerine katılarak alınacak kararlarda görüşlerinin alınması, rutin işlerin en aza indirilerek sınıf yönetiminde öğretmenlerin özne olarak kabul edilmesi yani öğretmen özerkliğinin sağlanması kısa bir sürede atılacak adımlar değildir. Ancak siyasal irade karar verdiği takdirde yapılacak reformlarla, okul temelli yönetime geçilmesi, demokratik okul uygulamalarına yer verilmesi, müfredatın sadeleştirilmesi, öğretmen özerkliğinin sağlanması ve eğitim yönetimi alanında uzmanlaşmış eğitim yöneticilerinin objektif ölçütlerle göreve getirilmesi sonucunda, öğretmenlerin sistemden, okullarından ve kendi kendilerinden yabancılaşmalarının önüne geçilmesi sürecinin önü açılabilir.
Çözüm çok basit değildir ancak bugün eğitim sisteminin ve öğretmenlerin içinde bulundukları sorunların çözümü için, elzemdir.
[i] Marksizmin 100 Kavramı. Gerard Dumenil. Michael Löwy. Emmanuel Renault. Yordam Yayınları-Ankara
[ii] “Sanayi Örgütü İşçileri ve İşe Yabancılaşma”. Ulusoy, Hayriye (1988).
[iii] Eğitim örgütlerinde yabancılaşma ve yönetimi. Sadi Yılmaz-Pınar Sarpkaya
[iv] Eğitim örgütlerinde yabancılaşma ve yönetimi. Sadi Yılmaz-Pınar Sarpkaya
[v] “Sanayi Örgütü İşçileri ve İşe Yabancılaşma”. Ulusoy, Hayriye (1988).