Mustafa ALTINSOY
Toplumun Eğitilmesinde Halk Aşıklarının Rolü
Bir Halk Eğitim Merkezi olarak âşıklık geleneği
Bilindiği gibi Millî Eğitim Bakanlığının örgün ve yaygın eğitim olmak üzere iki temel eğitim sistemi var. Örgün eğitim, okullar tarafından verilirken yaygın eğitim Halk Eğitim Merkezleri tarafından koordine edilmeye çalışılıyor.
Halk Eğitim Merkezlerimizin bağlı olduğu Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğünün resmî sayfasında Genel Müdürlüğün vizyonu ve misyonu şöyle ifade ediliyor:
“Vizyonumuz; hayata mutlu bireyler hazırlamak için her zaman, her yerde, herkese eğitim.
Misyonumuz; öğrenen topluma dönüşüm sürecinde beşikten mezara kadar rehberlik hizmeti sunan, bireyin bilgi, şuur ve yetkinliklerini geliştirerek insanlığın kalkınmasında sorumluluk almasını destekleyen, belgelendirilebilen, izlenebilen kaliteli eğitimler sunmak.”
Toplumun her zaman kendisini yenilemeye, güncellemeye ve kendini gözden geçirmeye ihtiyacı olduğu için günümüzde bu faaliyetler, formal (resmi) olarak halk eğitim kurumları veya informal (gayriresmi) olarak sivil toplum kuruluşları (çeşitli dernek ve vakıflar) vasıtasıyla yapılmaktadır.
Bu kültürel aktarımlar, belli bir kültürel alt yapıya sahip kültürden gelen devletlerde, kurumsal yapılarla gerçekleştirilmişken bazen de o toplumun yetiştirmiş olduğu kanaat önderi dediğimiz bilge insanlar, tekkeler, dergâhlar ve âşıklar vasıtasıyla yapılmıştır.
Toplumun eğitim yardımıyla şekillendirilmesine âşıkların yaptığı katkı elbette göz ardı edilemez. Öyle ki halk ozanları, tarihin her döneminde sözleri ve eserleri ile etkili olmuşlardır. Bu halk ve Hak âşıkları; gittikleri yerlere toplumun değerlerini, ahlâk ve erdem ilkelerini ulaştırmaya çalışmışlardır. Toplumun hafızası olan âşıklar, bir yandan mâzî ile âtî arasındaki bağı güçlendirmiş; diğer yandan hikâyeleri ve dini öğretileri kullanarak kültürel sürekliliğe katkıda bulunmuşlardır.
Acılar, dertler, kederler, neş’e ve sevinçler; destan, ağıt, mani, türkü ve koşmalar aracılığıyla dillendirilmiş ve toplumun hafızasına kaydedilmiştir. Bu kaydın didaktik/öğretici mahiyette olduğu çok açıktır. Onların toplumun bir adım önünde yürüyerek öngörü ve keskin zekâlarıyla coşku ikliminde seslendirdikleri eserler; yüreğimizin bam teline dokunmuş, bizi birbirimize sağlam iplerle bağlamıştır. Bu yüzdendir ki yüzyıllar öncesinde bir âşığın coşkun yüreğinden evrene yayılan avaz, bugün halen kulaklarımızda çınlamaktadır.
Anlaşılacağı üzere asırlardan beri yaşadığımız bu topraklarda halkı eğiten/halk eğitimci âşıklar aracılığıyla bir töre, bir gelenek oluşmuştur. Orta Asya’dan, Selçukludan ve Osmanlıdan bize aktarılmış olan âşıklık geleneği; şimdilerde ise küreselleşen dünyanın teknoloji kasırgasında yaşama tutunmaya çalışmaktadır.
Âşıklık geleneği günümüzde Anadolu’nun birçok yöresinde farklı biçimlerde kendini kısmen devam ettirse de bu gelenek daha çok Sivas, Erzurum, Kars, Erzincan, Bayburt, Gümüşhane ve Ardahan gibi illerimizde varlığını sürdürmektedir.
Birlik ve beraberlik, huzur ve saadet, sevgi ve kardeşlik üzere toplumun temellerini sağlamlaştırmaya çalışan halk âşıklarımız, kavmiyet davası gütmeden her türlü ayrımcılıktan kaçınarak insanları rengine, ırkına, cinsine göre ayırmadan, vahdet üzere bir toplum örgüsü oluşturmaya gayret etmişlerdir.
Yine âşıklar, “Bütün insanlar Âdem ile Havva’nın çocuklarıdır.” anlayışıyla her tür ayrımcı fikir ve tutumlardan uzak bir şekilde topluma ilim, irfan, kanaat, tevbe, tevekkül gibi kavramları aşılamış; âdeta sivil, tek kişilik halk eğitim kurumları olarak toplum üzerinde etkili olmuşlardır
Anadolu irfanı
Anadolu insanının ilimden ziyade irfan ehli olduğu vakıadır. Bu nedenledir ki “Anadolu irfanı” kavramı ile sıkça karşılaşırız. Bazı insanlar karşısında “Ya hu bu adam okula da gitmemiş lakin bu mertebeye nasıl ulaşmış?” diye düşündüğümüz olmuştur. İşte bu insanların yetişmesinde halk âşığı dediğimiz insanların çok önemli bir rolü olmuştur. Çünkütoplumumuzda karşılaştığımız her güzel hasletin altını biraz kazıdığımızda karşımıza ya bir ayet ya da bir hadis çıkmaktadır.
“Bizim zamanımızda ev de din konuşulmazdı, yaşanırdı. Çok sonra anladık ki babamızın ya da annemizin yaptığı herhangi bir şey bir ayet veya da hadise denk geliyor.” (Saadettin Ökten)
Ancak insanlar bunların ayet veya hadis olduğunu, Peygamberimizin tavsiyeleri olduğunu çoğunlukla bilmezler. Bu noktada halk ve Hak âşıklarının mutlaka topluma ince dokunuşları olmuştur. Devletin zayıfladığı dönemlerde ve tekkelerin kapatılmasıyla iyice eğitimden mahrum kalan topluma halk âşıkları rehberlik etmiş, bir anlamda boşlukta kalan halkı rehabilite ederek, devletin ve milletin ayakta durması için moral kaynağı olmuşlardır. Bu âşıklar zaman zaman kültümüzün ana temelini oluşturan ayet ve hadisleri şiirlerinin, beyitlerinin; sazlı-sözlü deyişlerinin arasına serpiştirerek halka aktarmasını da bilmişlerdir.
Ülkemizin çeşitli yörelerinde halk eğitiminde müstesna örnekler sergileyen birçok Hak ve halk âşığı vardır. Yakın geçmişe baktığımızda Sümmânî, Reyhani, Âşık Şenlik, Erzurumlu Emrah, Ruhsatî Baba bunlardan birkaçıdır. Bu âşıklar; her zaman, herkese, her yerde eğitim veren gönüllü eğitimciler olarak toplumda vazife görmüşlerdir.
Bu isimlerden mesela Sümmânî Baba, Erzurum ve özellikle de Narman yöresinde o kadar etkin olmuş ki “Narmanlı’ya ayet, hadis söyleyeceğine Sümmânî’den bir beyit söyle daha etkili.” şeklinde bir ifade, halk arasında yaygın olarak kullanılagelmiştir.
Sivas’ta Millî Eğitim Müdürlüğü yaptığım dönemde ‘Yaşayan Halk Edebiyatı” projesi ile Âşıklık Geleneğinin Devamının Sağlanması için bir proje gerçekleştirmiştik. Bu konu ile beraber aşıklık geleneğinin yaşatılması için alınabilecek tedbirleri bir sonraki yazımda ele alacağım.
Sözü daha fazla uzatmadan âşıkların halkı derinden etkileyen, halkı eğiten deyişlerine hemşerim Sümmânî’den ve bir dönem Millî Eğitim Müdürü olarak görev yaptığım Sivas’tan, Âşık Ruhsatî’den örnekler vererek bitirmek istiyorum:
Sümmânî’den
Zalimler içinden hicret et, durma
Çünkü bu sünnettir kimseye sorma
Asilzadelikle kendini kurma
Mezar taşı ile iftihar olmaz.
Yürüyüp meydana, hışma gelene
Evvel tövbe edip, pişman olana
Ta ezelden sana düşman olana
Sakın teslim olma, kafadar olmaz.
Yoksulluk dediğin ömürler söker
Katranı kaynatsan, olur mu şeker?
Cinsi bozuk insan cinsine çeker
Aslı ham demirden mücevher olmaz.
Laf edip, âleme varın söyleme
İşin uygun diye kârın söyleme
Her olur olmaza sırrın söyleme
Şimdiki insana beh-bazar olmaz.
Sümmânî ahh edip sararıp solma
Gelen Mevla’dandır kimseden bilme
Sevilen bir yere çok gidip gelme
Kesilir muhabbet itibar olmaz.
Sümmâni bihaber vardığı rahtan
Gönlüm dur olmadı hicrandan ahdan.
Her ne ister isen iste Allah’tan.
Derden deva görme kul kapısını.
Ruhsatî’den
Daha senden gayri âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr-i Adem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
Şu yalan dünyadan ümidini üz
İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez
Daha doymadıysan doy deli gönül
Baktım iki kişi mezar eşiyor
Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yor deli gönül
Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
Ruhsatî dünyadan geçemiyorsun
Topraklar başına vay deli gönül
Not:
Sümmânî ile ilgili en son ve en kapsamlı çalışma Doç. Dr. Abdulkadir ERKAL tarafından yapılmış ve Erzurum Belediyesi tarafından bastırılmıştır.
Ruhsatî ile ilgili çalışma ise Dr. Doğan KAYA tarafından yapılmış ve Sivas Belediyesi tarafından bastırılmıştır. Arzu eden okurlarımız bu kaynaklardan istifade edebilirler.