Mustafa ALTINSOY
İstanbul Beyefendileri ve Bir İstanbul Beyefendisi Dursun Gürlek
Değerli arkadaşlar, Kahramanmaraş merkezli depremler dolayısıyla depremle ilgili pek çok söz söylendi, yazı yazıldı. Bütün bunlardan “Yönetim, her an deprem olacakmış gibi hazırlık yapmalı, halk ise hiç deprem olmayacakmış gibi olağan yaşamını sürdürmeli. Depremle ilgili mevzuları çok dinleyip, deprem korkusu yaşayarak ölmeyin.” gibi bir sonuç çıkarmamız mümkündür.
Geçen hafta deprem bölgesini ziyaret ettik. Bu sıcak süreç geçtikten sonra depremi, depremin farklı yönlerini ele alan bir değerlendirme yazısı yazacağım.
Şimdi deprem gerçeğini de unutmadan yüreğimizde deprem ve depremzedelerin acıları yaşarken, İstanbul’da kültürel faaliyetler çerçevesinde “İstanbul Beyefendilerini anlatan, aynı zamanda kendisi de bir İstanbul Beyefendisi olan Dursun Gürlek’in 26 Şubat 2023 Pazar günkü sohbetinden bazı alıntılar yaparak sizleri farklı bir ortama götürmek istiyorum.
Malum “İyi yetişmiş bir insanı dinlemek, onlarca kitabı okumaya bedeldir.” derler. İlim meclisleri insanın irfanla donanmasına vesile oluyor. Osmanlı’da söylendiği gibi: bu meclislerde âlim olmazsanız bile dinleye dinleye kulak mollası olursunuz.
Not: Buradan sonrası Dursun Gürlek’in konuşmasından yazı diline çevrilmeye gayret edildiğinden okuyucularımızın bu hususu göz önünde tutmalarını istirham ediyorum.
Her işimizi zevkle, istekle yapacağız. İsteyerek, iştiyakla yapacağız. Rahmetli edebiyatçılarımızdan Süleyman Nazif der ki; “Yavaş tükürük sakal kirletir.” Söz hedefine gidecek, taş dediğine konulacak ki tesir olsun, biz üstatlarımızdan hep böyle gördük.
Ben, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti nesliyim. Onların yazılarını okuya okuya, onların üslubunu takip ede ede, onlar gibi olmaya çalışa çalışa 70 yaşına geldim. Yaşım 70 işim bitmemiş. “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” hadis-i şerifine uyarak ilimle uğraşacağız. Sadece ilimde değil irfanla da meşgul olacağız. Çünkü irfansız ilim, ene duygusu verebilir; tehlike söz konusudur. Eskiden birisinden bahsederlerken “ilim irfan sahibi birisi” derlerdi. İlim dilde, irfan gönülde olur. Eskiden büyük insanlardan bahsederken “ilim irfan sahibi insanlar” derlerdi. İlim sahibi olmak yetmez, irfan sahibi de olmak lazım.
Bugün birçok akademisyen arkadaşımızın ilmi varsa da irfan gönüllü olmadığı için faydalı olamıyorlar. Dolayısıyla irfan, insanın gönül dünyasıdır, iç dünyasıdır, manevi dünyasıdır. Bunun en güzel yolu tek kelimeyle izah edelim hakiki tasavvuftur.
Asıl İstanbul, sur içidir. Yukarıdan helikopterle bakınca Üçgen gibi görülen yarımada asıl İstanbul’dur.. Eskiler buna “nefsi İstanbul” derler. İstanbul’un en önemli yerleri Süleymaniye Camii, Beyazıt, Şehzadebaşı camilerinin bulunduğu bölgelerdir. Buralar İstanbul’un ilim merkezlerinin ve külliyelerinin bulunduğu bölgedir ki biz buna “İstanbul’un ortası” diyoruz. Şehzadebaşı Camii’nin olduğu yer, İstanbul’un ortasıdır. Şehzadebaşı Camii’nin kıble tarafında, dış duvarlardan Vefa Lisesi’ne giden yolun kesiştiği köşede (şimdi Sezai Karakoç’un defnedildiği yerde) yarısı yere saplanmış granit bir sütün vardır. İşte o sütunun bulunduğu nokta, İstanbul’un tam ortasıdır. Evliya Çelebi, Seyahatname ’sinde bunu böyle izah ediyor.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin 10 cildini 10 defa okumak lazım. Adamın ağzından bal akıyor. Eğer onun 17. Yüzyılda yazdığı Seyahatname’si olmasaydı bir ucu Yemen’e, bir ucu Avrupa’ya dayanan koca Osmanlı coğrafyasındaki Osmanlı’nın edebiyatını, maneviyatını, şiirini, sosyal hayatını, kültürünü, olayları anlatmasaydı, birçok şeyden mahrum kalacaktık.
Bazı kişiler diyorlar ki: Hocalar Konstantiniyye kelimesinin niye kullanıyorlar? Kelimenin gâvuru Müslümanı olmaz. Abdülhamit Han zamanında basılan paralarda Konstantiniyye diye yazılmıştır. Nitekim Peygamber Efendimiz Konstantiniyye’nin fethedileceğini müjdeleyen hadis-i şerifinde bugünkü İstanbul, Konstantiniyye diye geçmiştir. Artık İstanbul diyoruz. İstanbul’un 28 tane adı var; İstanbul, Konstantiniyye, Âsitane, Dersaadet, Derâliyye, Derhilafe vs…
Biz artık İstanbul’u memleket yaptık. “Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyâr / Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyâr.” Fakir kardeşiniz 51 senedir İstanbul’da yaşıyor. İstanbul’un tadına doyamadım. Çünkü İstanbul; Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra gelir. Çünkü Resulullah, dünyayı Mekke’de teşrif etti. Medine-i Münevvere’de ahireti teşrif etti. Kudüs’ü Şerif’te göğe yükseldi (Miraç). İstanbul’a da Resulullah efendimizi evinde 7 ay misafir eden, onun bütün askeri seferlerine katılan ve birçok hadis rivayet eden en şerefli sahabesini gönderdi.
Maalesef İstanbul’da yaşayanlar İstanbul’un manevi tarafını, tarihini bilmiyorlar, merak da etmiyorlar. Onun için ben İstanbul’u edebiyatıyla, fıkrasıyla, tarihiyle birçok alanda öğrenmeye çalıştım, hâlâ da öğreniyorum. Bu mübeşşir şehri, müjdelenmiş bir şehir olduğu için seviyorum. Bu şehir defalarca kuşatıldı. Araplar, Emevîler kuşattı, ancak fetih Türklere nasip oldu. Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine biz şükran borçluyuz. Ne mutlu bize Fatih’in şehrinde, Fatih’le aynı şehirde oturuyoruz. İkinci Mahmut zamanında yaşayan Kethüdazâde: “Asr-ı Saadet hariç, geçmiş bütün padişahların içinde birinci sırada Fatih Sultan Mehmet yer alır.” diyor
Ben Tokatlıyım, Tokatlı olmaktan da şeref duyuyorum. Tokat altı tane şeyhülislam çıkartmıştır. Molla Hüsrev Tokatlıdır. İbni Kemal Tokatlıdır. Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Şeyhülislam Ebussuud Efendi de bunlardandır. M. Emin Tokadi hazretleri ve birçok ilim ve devlet adamı Tokatlıdır.
Fatih türbedarı Ahmet Amiş Efendi 40 sene aralıksız Fatih türbesinde türbedarlık yapmıştır. Çok büyük bir zattı. Halen mensupları cuma günü sabah namazından sonra gelip kabrini ziyaret ederler. Amiş Efendi demiştir ki; “Bizim türbemize gelip de kalbini bozmadan Fatiha okuyanlar kurtulur. Ben cahil bir adamım Ahmet Amiş Efendi’nin manevi büyüklüğünü kelimelerle anlatamam. Fakat manevi büyüklüğünü hissediyorum. Ama onu kelimelerle ifade etmek için iyi ilim ve irfan sahibi olmak lazım. Kitaplarımda ondan bahisler vardır.” Amiş Efendi; “Dünyadaki bütün zevkler geçicidir. Yalnız şu üç zevk bitmez: 1. Tilavet-i Kur’an, 2. Sohbet-i İrfan, 3. Mülakat-ı Rahman.” der.
Gidin Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin türbesinin dışındaki tarihi mezarlıkta olan hazirede daha ne Ahmet Amiş efendiler var, kimler yatıyor.
Fatih Camii’nde Fatih yanında çok büyük zatlar yatmaktadır. Meşhur tarihçimiz Kısas-ı Enbiya’nın yazarı Ahmet Cevdet Paşa, Gaziosmanpaşa, büyük romancımız Ahmet Mithat Efendi, A’mak-ı Hayal ve İslam Tarihi kitaplarının yazarı Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Efendi’nin kabirleri buradadır. İstanbul’un hazireleri (yani büyük camilerin) önündeki kabirler, İstanbul’un Cennet bahçeleridir. Mesela Mecelle’yi hazırlayan âlimlerden birisi olan Karinabadlı (Balkanlarda bir şehir) Ömer Hilmi Efendi yatıyor.
Ahmet Cevdet Paşa’ya çok soru sormuşlar, bunalmış da “Asrımızın İmam-ı Azam’ı burada duruyor, bana soru soruyorsunuz.” diyerek Ömer Hilmi Efendi’yi kastetmiş. Bu bakımdan İstanbul’un bu hazireleri İstanbul’un Cennet bahçeleridir. Fatih Camii’nin haziresini misal verdik ama Beyazıt da öyle, Eyüp Sultan da öyle. Bir Müslümanın naaşı toprağa konulduğu zaman kabir toprağı bayram edermiş.
Türkçeyi güzel bilmeden dini ve tasavvufi eserleri anlayamayız. Osmanlı Türkçesini öğrenmeden ilim yapılamaz. Meçhul Meşhurlar diye eser yazıp unutulmuş ilim adamlarını unutturmamaya çalışıyorum.
Sirkeci’den Gülhane’ye gelirken Gülhane Parkı’na giden caddenin adı Ebusuud Efendi Caddesidir. Çünkü Ebusuud Efendi’nin medresesi orada bulunuyordu. İlminden ve edebinden dolayı Ebusuud Efendi’ye çok hürmet eden Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislâm Ebusuud Efendi’ye şu beyti yazmış:
“Hâlde hâldaşım, yolda yoldaşım, sinde sindaşım, (aynı yaştalar) / Ahiret karındaşım Molla Ebusuud nasılsın?”
Zembilli Ali Efendi, Yavuz’un şeyhülislamı. Çok soru sorulduğu ve hanımlar da soru sorduğu için bilhassa namahrem bilgileri soranları görmesin diye soruları zembille alıp yukarıda evinde cevaplayıp tekrar zembille aşağıya indirdiği için adı Zembilli Ali Efendi kalmıştır. Beyazıt Camii’nin yanında medresesi var. Bugünkü anlamda oranın rektörüydü. Evi de bugünkü türbesinin yanında. Zeyrek’te Mehmet Emin Tokadi Hazretlerine giderken o yol üzerinde.
Hadis: “El meru mea men ehabbe” (Kişi sevdiği ile beraberdir.)
Biz belki namazımız orucumuz veya yaptığımız ibadetlerden dolayı değil de Allah dostlarını sevmekten dolayı cennete gireceğiz.
Kimseyi hâllerinden dolayı kınamayalım. Sarhoşları da dost edinelim. Ne malum yarın onun daha iyi noktaya gelmeyeceği. Firavuna bile giderken Hazreti Musa’ya “ona yumuşak” söyle diyor. Sevdirerek yaklaşalım, korkutmayalım. Şimdi kürsülerden hocalar hep dövüyorlar.İslam’da korkutma da vardır, ama sevdirme ile daha çabuk sonuç alırız.
Ali Emiri’yi anlatmak lazım. Babanzâde Ahmet Naim’i tanımak lazım. Güneş dil teorisini reddedip Cumhurbaşkanın davetine gitmeyen Ordinaryüs Profesör Mükrimin Halil Yinanç’ı tanımak lazım. Hafızdır. Dünyaca meşhur tarihçimizdir.
Esat Coşan Hoca ile özel muhabbetimiz oldu. Ümraniye Merkez Camisi’nin yanında karşılaştık. Hoca Efendi ilmi kıyafetiyle orada oturuyordu. Bana “Ne yapıyorsun bugünlerde? dedi.” Ben de üniversiteyi yeni bitirmişim. Hocam dedim, Hazreti Ali Efendimizin vecizelerini anlatan Enveru’l Edep (Edep Nurları) diye bir kitap var. Onu Latinceye çeviriyorum dedim. Ya… Çok güzel bir kitaptır, dedi. Hemen telefon etti Seha Neşriyat’a. Size bir dosya gönderiyorum, hemen bu kitabı basın dedi.
İstanbul’un bütün bölgeleri güzeldir ama Eyüp Sultan bir başka. Uhrevi bir belde.
Eyüp Sultan semtini fazla övmekten de korkuyorum. Üsküdar bana gönül koyar. Üsküdar, Kâbe toprağıdır. Üsküdar’ın üç ismi vardır; Kâbe toprağı, hanım sultanlar şehri, Altınşehir. Niye Altınşehir denilmiş ? Onu Yahya Kemal, Aziz İstanbul kitabında anlatıyor.
Eminönü’nden güneşin batmasına 15 dakika kala Üsküdar’a gelmek için vapura binin. İkinci kata çıkın. Vapurun sağ tarafına oturun. Hiç cep telefonu ile ilgilenmeyin. Batmakta olan güneşin son ışınları Üsküdar’ın camlarına vurur, sanki yangın çıkar gibi kırmızı, sarı olur. Onun için eski şairler Üsküdar’a Altınşehir demişlerdir.
Hanım sultanlar şehri denilmesinin sebebi ise Üsküdar’daki tarihi camilerin tamamını hanım Sultan camisidir. İşte Mihrimah Sultan Camii. Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. İşte yanımızdaki Yeni Valide Sultan dediğimiz Gülnuş Emetullah Valide Sultan Camii. Tarihlerimizde 4. Mehmet diye geçen Avcı Mehmet’in hanımı, 3. Ahmet’in annesi. Türbesi de caminin girişinde.
Üsküdar’ın yukarısında Atik Valide var. Atik Valide kimdir? 2. Selim’in hanımı, 2. Murat’ın annesi Nur Banu Sultan’dır. Kösem Sultan Camii var. Aziz Mahmut Hüdai’ye çıkarken Gülfem Hatun Camii var. Gülfem Hatun, Kanuni Sultan Süleyman’ın cariyelerinden biri. Caminin girişinde kitabesinde mealen şöyle yazar. “Saat-i vahidedir ömrü cihan / Saat-i taate sarf eyle heman.”
Dünya ömrü bir saattir kısadır. Mademki kısadır, o bir saati ibadet ederek geçir.
Bu beyit bir de Küçük Ayasofya Camisi’nin yanındaki Mustafa Paşa’nın türbesinin kapısının girişinde yazılıdır. Yine Serçe Hatun Camii var. Ayazma Camii var, 3. Mustafa yaptırıp annesine bağışlamıştır.
Osmanlı padişahları eskiden Mekke ve Medine’ye ikram, yardım mahiyetinde sürre alayları gönderirlerdi. İşte o sürre alaylarının ilk kalkış yeri Üsküdar’dır.
Üsküdar Kâbe ile aynı kara toprağı içinde olduğu için Kâbe toprağı sayılırdı. Mükrimin Halil Hoca kitaplarından birinde diyor ki: “İstanbul’da hangi yere ayağınızı bassanız, evliya kabri vardır.”
Beş şeye aldanma:
1. Şemsi şitaya (kışın güneşine)
2. İltifat-ı ümeraya (devlet adamlarının iltifatına)
3. Nasihat-i ağdaya (düşmanın nasihatine)
4. Sükûnet-i deryaya (denizin sakinliğine)
5. Cilve-yi nisaya (kadınların cilvesine)
Bu toplantılar, konferans ve sohbet tarzında yapılmaktadır, ikisi de güzeldir ancak konferans bize batıdan gelmiştir. Faydalıdır, ilmi bilgiler vardır, daha akademiktir; ancak biraz asık suratlıdır. Osmanlı medeniyetinden kaynaklanan tekke usulü sohbet, daha samimi ve yereldir. Sohbetlerde konu önceden belirlenmez; biraz zuhurata göre gider, tadı da buradadır. Konferansta sınır konulabilir, sohbete sınır koymamak lazım. Sözün güzeli kısa olanıdır. Ancak söz faydalı ise ilim irfan sohbeti zevkle dinleniyorsa, bunda israf yoktur. Hayırda israf yoktur. İsrafta da hayır yoktur.
İstanbul’da Kültür edebiyat mahfilleri vardı. İstanbul’un kahveleri, kahvehaneleri bile kültür eviydi. Ben, Beyazıt’taki Küllük Kahvesi’nin son dönemine yetiştim. Marmara Kıraathanesi’ne yetiştim. Ali İhsan Yurt Hocamız, Ziya Nur Hocamız gelirdi. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Erol Güngör gelirdi. Saatlerce sohbet olurdu. Pür dikkat dinlerdik. Onları dinlemek için masaları ve sandalyeleri bile gıcırdatmazdık. Yoksa zılgıtı yerdik. Şimdi bunlar azaldı, ancak sizler bunları yapabilirsiniz. Sizin bu işe önem vermeniz ve devamlı yapmanız lazım. Sohbetlerin tatlı olmasını istiyorsanız, tatlı adamları davet etmeniz gerekiyor. Kendime bir paye vermek için söylemiyorum ama akademisyenlerin bir kısmı üniversitede ders verir gibi rakamlara boğarak entel dantel gözükmek için acayip kelimeler kullanıyor. Gençler bundan hoşlanmıyorlar.
Muzaffer Ozak Hocanın sohbetlerini ağzı açık dinlerdik. Hele hele Hoca arada yakası açılmadık fıkralar anlatırdı. Grupta bayılanlar olurdu. Müslümanlar arasında mizaha biraz hafif bakanlar olabilir. Hayır, ben Tahirü’l-Mevlevi’nin Mesnevi Şerhi’ni okuyorum. Konuyla ilgili mutlaka bir anlamlı bir şiir, fıkra araya sıkıştırılır ki okuyucuların kafası biraz dinlensin, hem de düşünme olsun. İnsanların gülmeye de ihtiyacı var. Mizah ciddi bir iştir. Aşırıya kaçmamak şartıyla seviyeli olarak mizahı kullanmak lazım. Vaaz edenlerin de öğretmenlerin de araya mizahi şeyler koymaları gerekir.
Beni ilkokuldaki öğretmenimden mizahi bir yöntem öğrendim. Hatta beni okumaya teşvik eden odur. Bu öğretmenim sanki keramet gösterdi. Oğlum evladım sen şu şu okulları oku, üniversiteyi de oku. Hatta belki sen ileride yazar filan olursun. Yazar olursan bana mektup yaz dedi, şaka yaptı. Onun için ilkokul öğretmenliği çok önemli o nedenle bizim hanım ilkokul öğretmenliğini tercih etti.
“Muallimi yaptık öğretmen, o da dedi öğretmem” (Cemil Meriç)
Biraz size hakkında üç cilt kitap yazdığım, İstanbul beyefendilerinden İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal Bey’den bahsetmek istiyorum. Bütün mal varlığını İlim Yayma Cemiyeti’ne bağışlamış, İlim Yayma’nın da manevî kurucularındandır. Bu zatı ihmal etmeyin. Bu zat saadattandır. Babası Sultan Aziz’in veziri Seyyid Mehmet Emin Paşa’dır. Paşa’nın dört oğlu olur. Bunların birincisi ve en büyüğü İbnü’l-Emin Kemal İnal Bey’dir. Tarihçi ve edebiyatçı, şair, sohbet erbabı birisidir. Şimdi onun Mercan’daki konağının yerine İbnü’l Emin Kemal İnal İş Hanı yapıldı. Bu konakta 50 sene hiç ara verilmeden sohbet oldu. O zamanın kalburüstü insanları gelirmiş sohbetlere. Üstat konuşur konuşur herkes pür dikkat dinlermiş. Sonra da musiki faslına da geçilirmiş.
Pazartesi akşamları sohbet yapılır, yemek yenilir, yatsı namazı kılınıp meclis dağıldıktan sonra (İbnü’l Emin, Necip Fazıl meşrep birisiymiş) “Sen, sen, sen, biraz daha kal” dermiş. “Sen, sen” dedikleri de sıradan insanlar değil; Profesör Mükrimin Halil Yinanç, Ordinaryüs Profesör Sıddık Sami Onar. İki saatte onlara ayrıca konuşurmuş. Sonunda “kusura bakmayın, muhtasar müfit olur” (kısa ve öz olan faydalıdır) dermiş. Ben yetişemedim, yetişsem o konaktan hiç çıkmazdım. Ben 52 doğumluyum. Üstad 57’de vefat etmiş. Merkez Efendi Kabristanında yatıyor.
Şairlerimiz onu şu beyitler ile övmüştür. “Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine” (Yahyâ Kemâl Beyatlı-Süleyman Nazif)
Oldukça sert mizaçlı ama Hak yolunda hiç kimseden pervası yoktur. Menderes’e bile sitem etmiştir. Bundan 25 sene önce o sohbetlere devam eden 40 kişi ile görüştüm. O sohbetlerde geçenleri ben toplayabildiğim kadar kitaplaştırdım. Hakkında üç cilt kitap yazdım. 1.ve 2. ciltler yayınlandı, üçüncüyü de hazırlıyorum. Her cilt 750 sayfa. Eskiler derlerdi ki: Bir şeyi seven hayatta başarılı olur. İnsan işini sevmeden başarı olamaz. Aşk olmadan meşk olmaz. İşini, eşini, aşını seveceksin.
Fatih Sultan Mehmet’i yolda gören bir derviş, “Padişahım demiş, ben senin kardeşinim; siz saraylarda keyif içinde yaşıyorsunuz, ben yoksulum. Fatih “Sen nereden benim kardeşim oluyorsun?” demiş. O adam da “Aşk olsun padişahım” demiş “hepimizin babası Âdem değil mi? Hazreti Âdem’in çocukları değil miyiz?” Bu cümle padişahın hoşuna gitmiş, ona bir kese altın vermiş ve kulağına eğilmiş “Buradan çabuk savuş diğer kardeşlerin duymasın.”
Konuşma dilinden yazı diline çeviren.
Mustafa Altınsoy
09 Mart 2023