Mustafa ALTINSOY
TAHSİN PAŞA'NIN HATIRALARINDAN İZDÜŞÜMLER
Hayatını devlet yöneticiliğine adamış insanların hatıraları her zaman ilgi çekmiştir.
II. Abdülhamit Döneminin önemli şahsiyetlerinden olan Tahsin Paşanın hayatı, devlet yönetim tecrübesi o dönemde olduğu gibi bugün için de ders alınması gereken bilgilerle doludur.
Bu yazımızda Ketebe Yayınlarından çıkan ve düzenlemesini Evren Levent Demir’in yaptığı Tahsin Paşa’nın hatıralarından bazı izdüşümleri sizlerle paylaşmak istedim.
Tahsin Paşa Dönemin iç ve dış olaylarına çok yakından tanıklık etmiş bir şahsiyet olarak kaleme aldığı hatıratında II Abdülhamit'in saltanatına şahsına ve çevresine dair gözlemlerini aktarıyor. II.Abdülhamit'in 14 yıl boyunca baş katipliğini yapmış bir bürokratın hem de böyle önemli bir görevde 14 sene gibi uzun sayılabilecek kadar kalması onun hem güvenilir bir insan olduğunu hem de yazdıklarını daha da önemli hale getiriyor. Tahsin Paşa Dönemin iç ve dış olaylarına çok yakından tanıklık etmiş bir şahsiyet olarak kaleme aldığı hatıratında II Abdülhamit'in saltanatına, yönetim anlayışına, şahsına ve çevresine dair gözlemlerini aktarıyor.
Tahsin Paşa Kimdir?
Tahsin Paşa'nın Hatıralarını daha iyi yorumlamak için önce Tahsin Paşa'nın kim olduğunu, nasıl yetiştiğini ve padişahın güvenini kazanarak en yakınına nasıl geldiğinin anlaşılmasında fayda var. Tahsin paşa 1859'da İstanbul'da doğmuş. Rüştiye mektebini bitirdikten sonra devlet hizmetine girmiş. Birçok görevde bulunduktan sonra Süreyya Paşa'nın vefatı üzerine mabeyin başkâtipliğine getirilmiş. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra görevinden alınarak Sakız Adası’na sürgüne gönderilmiş. Tahsin Paşa affedilip sürgünden döndükten sonra bir daha devlet görevi almak istemesine rağmen görev verilmemiş ve son yıllarını yoksulluk içinde geçirmiş. 2 Ocak 1933 senesinde İstanbul'da vefat etmiş. Cenazesi Eyüp’teki aile kabristanına defnedilmiş.
Kitabet dairesinin başında olması nedeniyle Babıali başta olmak üzere tüm kurum ve kişilerle yaptığı yazışma ve kalem işlerini yürüten Tahsin Paşa, bundan ötürü birçok tarihi meselenin içi yüzünü sebeplerini ve aktörlerini yakinen müşahede etmiş ve döneme ait tarihi önemi yüksek olan bilgilerini hatıratında okuyucusuyla paylaşmış.
Tahsin Paşa hatıratını Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kaleme almış olduğundan dolayı bazı söylemek istediklerini tam olarak söyleyememiş. Söylemek istedikleri bazı şeyleri de kuş dili ile ifade etmeye çalışmış olduğu anlaşılıyor.
Tahsin Paşa'nın Hatıralarından İzdüşümler
Bir eğitimci gözüyle, kendi tecrübelerimden de yola çıkarak, Tahsin Paşanın anlattığı hatıralardan hem eğitimle ilgili hem de duygusal birkaç sahneyi paylaşmak istiyorum.
Kitaptan anlaşıldığına göre; Sultan II Abdülhamid en çok, dış güçlerden destek alan o zaman ‘Milleti Sadık’a denilen Ermenilerden sıkıntılar çekmiş. Saltanat hayatı boyunca onların suikastlarına, entrika, tehditlerine ve oyunlarına maruz kalmış.
Tahsin Paşa'nın da anlattığına ve kitabının bütünden anlaşıldığına göre, Sultan II. Abdülhamid, çok tedbirli, şahsi hayatında tutumlu, düzenli bir hayat yaşayan ama aşırı evhamlı, her an tetikte olan birisidir. Ülkenin ve olayların kontrolünü iyi yapmak için bir teşkilat ağı kurmuş ve bu teşkilatı geliştirerek imparatorluğun nüfuz alanındaki her yerden haber alacak bir yapıya kavuşturmuş. Tahsin Paşanın ‘jurnalcilik teşkilatı’ dediği bu yapı öyle ileri noktaya gitmiş ki herkes birbirini jurnaller hale gelerek, padişahtan hediye, nişan ve taltif alma kapısı haline getirmişler.
Sultan II. Abdülhamid, İngilizlerin iç işlerimize iyice müdahil oldukları en zor dönemlerinde 33 yıl büyük devletler arasında iyi bir denge politikası oluşturmuş. Dikkati, verdiği görevleri iyi kontrolü ve teşkilatlanma yolu ile de Yahudi, Ermeni ve diğer dış güçlere karşı amansız direniş göstererek döneminde imparatorluktan toprak vermemeye uğraşmış.
Sultan II. Abdülhamid çok güçlü bir sadrazam istememiş. Hatta zaafları olan sadrazamlarla bile bile çalışmış. Sık sık sadrazam değiştirmiş. Bu cümleden olarak mesela Sait Paşa’yı 9 kez sadrazamlık makamına getirmiş.
Osmanlı'nın son döneminde devletin ileri gelenleri ilmiye sınıfından ziyade askerler arasından çıkmış. Dolayısıyla Sultan II. Abdülhamid üzerinde de askerlerin etkisi ve baskısı hâkim olmuş. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde örgütlenen askerler bir süre sonra Padişahları sembolik hale getirmiş. Devleti askerler yönetmiş ve Osmanlının çöküşünü de yine asker kökenli İttihatçılar hazırlamış.
Bu nedenle de hem İkinci Meşrutiyet'in ilan edilmesi hem de 31 Mart Ayaklanması’nın arkasında askerler olmuş. Dolayısıyla İmparatorluğun son döneminde etkin olan askerler, yeni cumhuriyetin kuruluşunda etkin olmuş.
Osmanlının devamı olarak kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk dönem yapılanmasında ve yapılan icraatlarında hâkim unsur askeri mantık olduğundan yeni devletin temellerini de demokratik ve sivil olmaktan çok askeri mantaliteyle atıldığı görülmektedir. Sonuç olarak yeni kurulan devletin otorite sağlaması, devamlılığının sağlanması ve halk nezdinde meşruiyete sahip için de daha çok totaliter bir yöntem takip edilerek birçok kişi ve kurum da gözden çıkarılmış.
O dönemin “İslamcı” düşünceye sahip şahsiyetlerinden olan Sait Halim Paşa, M. Akif, Babanzade Ahmet Naim gibi şahsılar ya Sultan II. Abdülhamid ile bir iletişim kurabilecekleri bir kanal bulamayarak, ya da onun yapmak istediklerini anlayarak üzerinde etkili olamamışlardır. Hatta zaman zaman “İslamcı” düşünceye sahip olan şahsiyetlerden bazıları Sultan II. Abdülhamid’e karşı muhalif hareketlerin içinde olmuşlar.
Eğitim felsefesi ve yönteminde iki önemli unsur vardır: Muallim ve talebe. Talep etmeden, istek olmadan eğitim olmaz. Sağlıklı bir eğitim çalışmasının ortaya çıkabilmesi için her iki tarafın da istekli ve gönüllü olması gerekir. Aksi takdirde eğitimden istenilen randıman alınamaz ve maksat hasıl olmaz.
Bilindiği gibi Sultan II. Abdülhamit döneminde sanayi, askeri alanda olduğu gibi eğitim alanında da çok büyük reformlar yapılmış. Şimdiki adıyla üniversiteler açılmış.
Tahsin Paşa'nın hatıralarında ilginç bir olay anlatılır. Askeri eğitim verilmek üzere açılmış okullarda talebelere ve subaylara namaz kılınmasını mecbur tutmuşlar. Namaz kılmadığı, kılmak istemediği için bu okullarda okuyan talebe ve subaylar durumu idare etmek için çoğunlukla abdestsiz bir şekilde namaz kılıyor gözükmüşler.
Bu durum bir eğitim metodu değildir. Namazı mecbur etsen bile alıcılar açık, istekli ve gönüllü olmayınca maksat hasıl olmuyor. Nitekim bu okullardan yetişen subaylar Sultan II. Abdülhamit dönemine ve hatta Saltanat dönemine son veren subaylar olmuşlardır.
Bilindiği gibi Sultan II. Abdülhamit’e Kanun-i Esasiyi ilan ettiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, üzerindeki esrar perdesi kalktıkça, cemiyet çarçabuk düşmanlık çemberiyle sarıldı. Sultan II. Abdülhamit 31 Mart Ayaklanmasında (13 Nisan 1909) rolü görüldüğü gerekçesiyle Meclis kararıyla tahtan indirildikten sonra Selanik'te mecburi ikametgaha gönderildi. Ancak Balkan Savaşı sırasında Selanik’in elden çıkacağı anlaşılınca İstanbul'a getirildi. Vefat tarihi olan 1918'e kadar Beylerbeyi Sarayı’nda göz hapsinde mecburi ikametgaha tabi tutuldu.
Bu kitabı okuduktan sonra bir başka tespitte bulunmak istiyorum. İttihatçıların o dönemlerde bir çok fecaat derecesinde hataları olmuştur. Bu olayları o dönemin şartlarını da iyi bilen tarihçiler tarafından daha iyi değerlendireceklerdir.
Ancak, Sultan Abdülhamit döneminde ve Sultan’ın düşürülmesinden sonra Ermeniler, dış güçlerin yardımıyla ve imparatorluğun zayıflamasından istifade ederek ülkenin her tarafında karışıklık ve isyan çıkarmışlardır. Bu nedenle birçok insanın hâlâ tam olarak anlayamadığı, dönemin kudretli ve etkili yöneticilerinden başta Enver Paşa'nın ve yine dönemin entelektüel devlet adamlarından olan Sait Halim Paşa'nın gayretleri ile çıkarılan Tehcir Yasası hem ülkemizin selameti (her ne kadar Boğazlıyan kaymakamı Kemal bey’in idamı gibi facialara yol açmışsa da) hem de Ermenilerin, emperyalist devletlerin elinde oyuncak olmaktan kurtarmak açısından isabetli olmuştur.
II. Abdülhamit tahttan indirildikten, devletin ehliyetsiz ve aşırı hırslı kişiler tarafından bir ateş çemberi içine atılmasından, birçok olumsuz gelişmelerden sonra halkta Sultan II. Abdülhamit’e olan özlem de artmış, halk, sultanı ve icraatlarını arar hale gelmişti.
Sultan II. Abdülhamid Beylerbeyi Sarayında yaşarken saray önünden vapurlar geçtiğinde insanlar “Belki pencereden bakıyordur, acaba devrik padişahı görebilir miyiz?” diye Beylerbeyi Sarayına doğru bakarlarmış. Hatta bir keresinde Sultan II. Abdülhamit'in pencereden baktığı görülünce herkes birbirine haber vermiş. Herkes saraya bakan tarafa doğru koşunca yolcuların bindikleri vapur bir tarafa doğru ağırlık basıp, batma tehlikesi geçirdiği anlatılmaktadır.
Mustafa Altınsoy kimdir?
İlkokulu Erzurum’da orta ve liseyi İstanbul’da okudu. Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesinden mezun oldu. İşletme Fakültesinde, Yönetim ve organizasyon alanında Yüksek Lisans yaptı. Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde görev yaptı. Manisa, Sivas, Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulundu.