Hüseyin ASAR
Emek Sömürüsüne Karşı(mı)yız?
Yeni Dünya düzeni için Amerika’nın keşfi bir milattır. Ama bu keşif köleliğin resmileşip insan ticaretinin de yaygınlaşmasının miladıdır. Bu keşif sonrası İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, Portekiz ve Hollanda gibi ülkeler işgal ettikleri yerlerde çalıştırmak, yerli halkla savaştırmak için Afrika’dan milyonları taşıdılar, alıp sattılar, sömürülecek neleri varsa sonuna kadar da sömürdüler.
Birkaç yüz yıllık süreçte 30 milyon insan taşında, bir o kadarı da öldürüldü. Beyazlar Afrika’ya gidip siyahları yakalayıp götürmedi. O işi de siyahlara yaptırdılar. Amerika kıtasında bu köleler sayesinde müthiş bir katma değer elde edildi ve bu katma değer ABD’nin süper güç olmasında önemli rol oynadı. Aynı katma değer Avrupa ülkelerinin de kalkınmasında ve imarında kullanıldı. Sadece İngiltere’nin bu yoldan elde ettiği katma değer bugünün parasıyla yıllık 200 milyar sterlin civarındaydı.
1865 yılında gerçekleşen Kuzey - Güney Savaşı ile kölelik resmen ABD’de kaldırıldı. Ama ne ABD’de ne de diğer ülkelerde kölelik son bulmadı. Göçmen işçiler, kaçak işçiler, mülteciler, çocuk işçiler her zaman bu sömürünün en önemli parçaları oldu. Oralarda olduğu gibi bizim ülkemizde de kaçak işçiler, çocuk işçiler, mülteciler boğaz tokluğuna çalıştırılıp sömürülmekte. Yalnız bunlar mı? Elbette hayır. Son yıllarda bu emek sömürüsünün en önemli ayağını taşeron işçiliği oluşturmakta.
Gerek yerel yönetimlerde, gerek kamu kurumlarında ve gerekse özel sektörde taşeron işçiliği çığ gibi büyümekte. Bu büyüme hızına paralel olarak sömürü düzeni de büyüyüp semirmekte. Kamu kurumlarında aynı işi yapan kadrolu çalışanlar ile taşeron işçileri gözlemlemeniz sorunu tüm çıplaklığı ile görmenizi sağlayacaktır. Genellikle kadroluları verimli çalıştıramayan yöneticiler taşeron işçiler mesai tanımaksızın köle gibi çalıştırmakta. Taşeron işçi 10 dakika geç kalsa şahin yönetici tarafından ücreti kesilip eziyet edilmekte, fazla çalıştığında ise aynı yönetici serçe olup konuya duyarsız kalmakta. Nasıl olsa Demokles’in kılıcı olarak sözleşmeleri var.
Aynı durum yerel yönetimlerde de var. Hatta daha acısı. Geçenlerde bir belediyede geçen bir olayı sizlere aktarayım. Bir belediye işletme açar. İşletme sabah saat 08.00’de açılır ve saat 24.00’te kapanır. Burada çalışan taşeronlara vardiya uygulanmaz, çalışanlar neredeyse tün gün koşuştururlar. Hem de yetersiz sayıda personel ile. İtiraz edenlere ise; “dışarıda çalışacak çok kişi var”, denip kapı gösterilir.
Elbette taşeron sömürüsünün en önemli ayağı sendikasızlaşmadır. Bu işçilerin sendika kurmasına veya mevcut sendikalara girmesine izin verilmez. O yönde istekte bulunanın başında yine Demokles’in kılıcı olan sözleşmeleri vardır. Elbette bunlar hemen işten çıkarılır. Nasıl olsa dışarıda çalışacak çok kişi var.
Size daha ilginç bir olay daha aktarayım. “Emek en yüce değerdir” deyip, meydanlarda “sömürüye karşıyız” diye bağıran sendikalardan birisi elemanlar alacaktır. Alacağı elemanlarla asgari ücretin altında ücret üzerinde pazarlık yapar. Yetmezmiş gibi o elemanların sendikalı olmasına da izin verilmez. Şimdi bu sendikacılara ne demeli? Yaptıkları emek sömürüsü değil mi? Demek ki herkes sömürmekten ve sömürülmekten memnun. Ama böyle olmamalı. Emek sömürülmemeli, herkes yaptığı işin karşılığını alıp insanca yaşamalı. Hele emekçinin yanında görünüp bu sömürü düzeninin parçası asla olunmamalı. Olunuyorsa emekten yana sendikacıyız denmemeli ve işgal edilen mevkiler terk edilmeli.
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Mevlana Celaleddin Rumi