Hüseyin ASAR
Anaokulunda Arapça Eğitimi
Amerika kendi çıkarları doğrultusunda 1779’da oryantalist “Doğunun Keşif Kolları”nı, ardından 1820’de misyonerlerden oluşan eğitim ordusunu Anadolu, Balkanlar, Suriye ve Lübnan’a gönderir. Oryantalistler, kendilerinden sonra gelecek olan misyonerlere, doğuya ait bütün bilgileri ayrıntılı olarak haritalarıyla hazırlayıp teslim ederler. Osmanlı topraklarındaki Protestan misyonerlik faaliyetleri, “The American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM)” isimli misyoner teşkilatının 1810 tarihinde Boston’da kurulmasıyla başlar ve 1820-23 senelerinde İzmir ve Beyrut üzerinden Osmanlı topraklarına girerek yayılır. Bu faaliyetler ile Anadolu üzerinde bulunan Hristiyanların büyük bölümü Protestan yapılmış, eğitim sistemine sinsice sızılmıştır.
1838 tarihinde (ilkokulu dahi okumamış olan) Mustafa Reşit Paşa ailesiyle helalleştikten sonra Gülhane Parkında Tanzimat Fermanını okur ve gayrimüslim azınlıklara büyük haklar verildiğini müjdeler. Bu fermanın yayınlanmasıyla misyonerlere gün doğar. Amerikan Board Teşkilatı’nın mensupları akın akın Türkiye’ye gelmeye ve okul, hastane, yetimhane vs gibi müesseseler açmaya başlarlar. Bu yolla birçok yerde Misyonerlik Okulu ve Amerikan Koleji açılır.[1]
1946 yılında Senatör J. William Fulbright “eğitim ve kültürel değişim yoluyla ülkeler arasında ortak bir anlayış” geliştirmeyi öngören kanun teklifi ile Amerika eğitim yolu ile gelişmekte olan ülkeleri etkilemeye başladı. 15 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanunla iki ülke arasında Fulbright Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Amerikalı uzmanlar(!) başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere ülkemizde cirit atmaya başladı.[2]
Barış Gönüllüleri Örgütü 1961 yılında ABD’nin resmi bir birimi olarak kurulmuştur. Barış Gönüllüleri’nin amacı, ABD’yi diğer devletlere tanıtmak, diğer devletleri yakından tanımak, az gelişmiş ülkelere sosyal ve ekonomik kalkınmaları konusunda yeterli vasıflara sahip iş gücü sağlamak olarak ifade edilmiştir. Barış Gönüllüleri, ABD-Türkiye arasında 1962 yılında imzalanan bir anlaşmayla Türkiye’ye gelmeye başlamıştır. Barış Gönüllüleri’nin faaliyetleri, zararlı olduğu gerekçesiyle oluşan toplumsal ve siyasal tepkiler sonrasında durdurulmuş ve Barış Gönüllüleri, 1971 yılından sonra Türkiye’ye gelmemiştir.[3]
Açık Toplum Enstitüsü, Yahudi asıllı ABD`li finans spekülatörü ve liberal girişimci George Soros (12 Ağustos 1930)`un Karl Popper`den etkilenerek kurduğu enstitünün adıdır. Dünyaya açık toplum modelini yaymaya çalışmaktadırlar. Açık Toplum Enstitüsü, Türkiye`de çalışmalarına 2001 yılında İstanbul`da temsilcilik açarak başladı. Türkiye Ofisi, 2001 yılından 2006 yılı sonuna kadar toplam 86 projeye 7 milyon ABD Doları destek sağlamıştır.[4]
Türkiye’de 2008 yılında kurdukları vakıf on yıl faaliyet gösterdikten sonra faaliyetleri durdurmuş gözükmektedir. Açık Toplum Enstitüsü için Soros resmi kayıtlara göre toplam yirmi milyar Amerikan Doları’ndan fazla bağış yapmıştır. Başta Türkiye olmak üzere bu paralar eğitim ve kültürel olarak etki alanı oluşturmak için kullanılmıştır.
Eğitim ve kültür sistemimize yönelik yıpratma ve yıkım çalışmaları elbet bunlardan ibaret değil. Geçen süreç içerisinde Köy Enstitülerinin kapatılması, imam hatip okullarının amacı dışında öğrenci yetiştirmeye başlaması, okullarda laik eğitim bir yana bırakılarak din eğitiminin zorunlu hale getirilmesi sistemin daha da hızlı yozlaşmasına neden olmuştur. Darbeler sonrası kurulan askeri vesayet yönetimleri, Demirel ile başlayıp Özal ile devam eden din temelli siyasetin 2002’den sonra tavan yapması ve bunun sonucunda da eğitim sistemindeki değişikliklerin giderek hızlanması eğitim ve kültür alanındaki sancıyı artırmıştır.
Özellikle 2005 yılında müfredat değişikliği ile başlayan eğitim sistemindeki değişiklikler içinde bulunduğumuz yıla kadar neredeyse altı ayda bir yapılarak durumun içinden çıkılmaz hale gelmesini sağlamıştır. Bu zaman dilimi içerisinde din eğitiminin süresi artırılmış, eğitim yaşı yapılan son değişiklik ile okul öncesine indirilmiştir. Bunu da doğrudan değil, Diyanet ile MEB’in yaptığı protokol ile gerçekleştirmektedirler. Beş yıl süre ile yapılan protokol gereği anaokullarında haftada altı saate kadar dini eğitim amaçlanmaktadır. Elbette din eğitimi olacaktır ama anaokulları bunun yeri değildir.
Anaokullarında okuma yazma bilmeyen çocuklara bu eğitim verilerek ezbere yöneltilecekler, ilerleyen süreçte ise bu çocuklar ezbere alıştıklarından analiz ve sentezden uzak bir eğitime yönelecek, bunun sonucunda ise sorgulamadan biat eden bireylere dönüşeceklerdir. Diyanet yolu ile anaokulu çocuklarına eğitimde nelerin nasıl verileceği konusu ise net değildir. Bu konuda eğitim yeterliliği olmayan kişilere bu görevin verilmesi ayrı bir sakıncadır. Dünya nano teknoloji ile yapay zekâ ile iletişimdeki yenilikler ile uğraşırken bizler hala orta çağ bilgilerini çocuklarımıza vermeyi, böylece biat eden toplum yaratmayı hedefliyoruz. Bu hedef aslında bizim değil, yeşil kuşak projesini ortaya atan emperyalist Amerika’nın projesidir. Bizler sanki bizim projemiz gibi sahip çıkıyor, dış güçler dediğimiz güruhun dediklerini tam olarak yapıyoruz. Ama her fırsatta dış güçleri lanetliyoruz, tabi ki yerseniz.
"Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen kişiler yalnızca kölelerdir." (Voltaire)
[1] https://www.dunyabulteni.net/dubam-genel/turkiye-de-amerikan-menseli-misyonerlik-faaliyetleri-1820-1923-h429933.html
[2] https://www.fikriyat.com/yazarlar/zekeriya-erdim/2017/11/11/fulbright-anlasmasi-hikyesi
[3] Soysal Murat, Barış Gönüllüleri ve Türkiye’deki Faaliyetleri, Ankara Ü. Türk İnkılap Tar. Ens. Atatürk Yolu Dergisi, Sayı:56, Ankara Bahar 2015 Sayfa: 113-146
[4] https://www.turkcebilgi.com/a%C3%A7%C4%B1k_toplum_enstit%C3%BCs%C3%BC