MAARİF-SEN 20. Milli Eğitim Şurasına İlişkin Görüş ve Tekliflerini Açıkladı
MAARİF-SEN
MAARİF ÇALIŞANLARI SENDİKASI
Ülkemizde eğitim alanında son yıllarda ciddi bir hareketlilik yaşanmış ve çok sayıda düzenlemeye ve değişikliğe gidilmiştir. Ülkemizde uygulanan eğitim politikalarına bakıldığında, milli eğitimin bütün bir sistem olarak ele alınmadığını ve dolayısıyla sistem üzerinde yapılan değişikliklerin, sistemin diğer unsurları üzerindeki etkisinin yeterince analiz edilmeden yürürlüğe konulduğunu, milli eğitim politikalarında bir istikrar ve sürekliliğin sağlanamadığını görüyoruz.
Eğitim sistemimizde değişik ölçeklerde bir reform çabasının varlığı sürekli gözlemlenmektedir. Ancak plansız ve alt yapısız olarak uygulamaya konulan icraatlar eğitim sisteminde toplumsal problemlere yol açmaktadır. Eğitimde temel sorun; sorunların doğru tahlil edilememesinden kaynaklanmaktadır. Bu gerçekten hareketle yapılacak olan 20. Milli Eğitim Şurası’nı önemsiyor, sendikamızın görüş ve önerilerini kamuoyu ile paylaşıyoruz.
20. MİLLİ EĞİTİM ŞURASI KONULARINA İLİŞKİN GÖRÜŞ VE TEKLİFLERİMİZ
Okul öncesi eğitim mevcut durumda niteliksel ve niceliksel olarak ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Fizikî yetersizlikler nedeniyle öğrenme merkezleri oluşturulamamakta, sınıf büyüklükleri hareket gerektiren etkinlikler için yetersiz kalmaktadır. Ayrıca donatım malzemesi ya yetersizdir ya da ödenek yetersizliği nedeniyle yenilenememektedir. Okul öncesi eğitim, talebi karşılayacak şekilde müstakil anaokullarında verilmelidir. Bu gerekçelerle; müstakil anaokullarının sayısının, fiziki imkanlarının ve niteliğinin arttırılmasına öncelik verilmelidir.
Okul öncesi eğitimde sınıf mevcutları kalabalık olup istenilen düzeyde değildir. Ayrıca sınıflarda farklı yaş gruplarının bir arada bulunması pedagojik olarak uygun görülmemekte, eğitimin kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Öğrenciler yaş gruplarına ayrılmalı ve sınıf mevcutları 15 öğrenciyi geçmeyecek şekilde planlama yapılmalıdır.
4+4+4 eğitim sisteminin uygulamaya girmesi sonrası okul öncesi eğitim yaşının küçülmesiyle birlikte, okul öncesi eğitim öz bakıma yönelik olmuştur. Bu durum, okul öncesi eğitimde; çocuklar arasında gelişimsel farklılıklar da göz önünde bulundurulduğunda yardımcı personel ihtiyacının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Nitelikli bir okul öncesi eğitim için, eğitim kurumlarının yardımcı personel ihtiyacı öncelikli olarak karşılanmalıdır.
Okul öncesi eğitimde; etkinlik sürelerinin uzun olması ve teneffüs/molalarının olmaması, hiç ara vermeden 5 saat boyunca eğitim faaliyetinin gerçekleştirilmesi, öğrencilerin yaş grubu ve gelişimsel özellikleri göz önünde bulundurulduğunda pedagojik olarak uygun değildir. Okul öncesi eğitimde; etkinlik sürelerinin kısaltılması ve yardımcı personeller eşliğinde geçirilecek teneffüs/molalarının eklenmesi elzemdir.
Okul öncesi eğitim sınıflarında; özel gereksinimli öğrenci (kaynaştırma öğrencisi) bulunması halinde, özel gereksinimli bir çocukla bireysel olarak çalışan yardımcı öğretmen olarak adlandırılan “gölge öğretmen” uygulamasına geçilmelidir.
Okul öncesi eğitimde; velilerin okul öncesini ‘bakıcılık’ olarak algılamaları, bu konuda bilgi sahibi olmamaları ve okulda verilen eğitimi evde desteklememeleri temel sorunlardan biridir. Okul öncesi eğitiminin bakıcılık hizmeti olmadığının ve eğitimin sürekliliği açısından okulda verilen eğitimin evde devam etmesi için ailelerle düzenli bilgilendirme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Tüm eğitim kademelerinde; tekli (normal) eğitime geçilmeli, ikili eğitim uygulamasına son verilmelidir. Ancak ülkemizde okul ve derslik sayısı ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. Bu sebeple, kamu yatırımlarının yanı sıra okul ve derslik ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak; yerel yönetimleri, özel sektör temsilcilerini, sivil toplum örgütlerini, hayırseverleri okul yapımına teşvik edecek ve harekete geçirecek çalışmalar yapılmalıdır.
Tüm eğitim kademelerinde, yeni okul yapılacak yerler belirlenirken; iç ve dış göç hareketleri, şehirleşme, nüfus yoğunluğu ve artışı gibi kriterler göz önünde bulundurularak planlama yapılması elzem bir hal almıştır.
Yeni okul yapımları planlanırken, büyük ve yüksek kapasiteli okullarda; daha fazla disiplin ve güvenlik sorunu yaşandığı, okul temizliğinin ve hijyenin sağlanmasında güçlük çekildiği, okula ulaşım sorunları yaşandığı ve okul çevrelerinde trafik yoğunluğu oluştuğu, göz önünde bulundurulmalıdır.
Yeni yapılacak okullar; bölgenin, okulun ve öğrencilerin özellikleri dikkate alınarak tasarlanmalı, öğrencilerin okula erişim ve ulaşım sorunu yaşamayacakları, sosyal-kültürel ve sportif etkinliklerde bulunmalarına olanak sağlayacak şekilde, dikey mimari yerine yatay mimari ile daha küçük ölçekli ve daha düşük kapasiteli inşa edilmelidir.
Eğitim öğretimin niteliği; eğitim öğretim ortamının temizliğinden, düzeninden, yeterli donatım malzemesinden kısacası tüm fiziki altyapı imkânlarından bağımsız düşünülemez. Bu sebeple nitelikli bir eğitim öğretim ortamı için okullarımızın ödenek ihtiyacını ‘düzenli’ ve yardımcı personel ihtiyacını ise ‘kalıcı’ olarak karşılayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Okul personeli ve öğrencilere yönelik şiddeti önlemek amacıyla caydırıcı ve uygulanan yaptırımları ağırlaştırıcı nitelikte yasal düzenlemeler ivedilikle yapılmalıdır.
Öğrenci disiplin yönetmeliği; ilkokul ve ortaokul öğrencilerini de kapsayacak şekilde uzman görüşleri alınarak öğrencilerde gözlenen istenmeyen davranışları önlemeye yönelik olarak yeniden düzenlenmelidir.
Okulu ve öğrencileri olumsuz olarak etkileyen içeriğe sahip TV programlarının denetlenmesi amacıyla MEB ve RTÜK’ün daha yakın bir işbirliği içerisinde çalışmalıdır.
İlköğretim düzeyinde öğrencilerin yaşları göz önüne alınarak mesleki, duygusal, sosyal, kişilik ve eğitsel gelişimine önem verilmelidir. Çünkü bu dönemde öğrenciler, eğitsel, kişisel ve mesleki alanlarda tutumlar ve beceriler geliştirmektedir. Bu dönemde öğrencinin kendisini, çalışma dünyasını, çevresini, eğitim ve iş dünyası arasındaki farkı ve ilişkiyi tanıması ve keşfetmesi amaçlanmalı, eğitim müfredatı buna göre düzenlenmelidir.
Meslek okullarında kalitenin iyileştirilmesi, eğitim-istihdam ilişkisinin kurulması ve mezunlarının iş yaşamına girmelerinin işverenlerle ve işveren kuruluşlarıyla işbirliğine gidilerek desteklenmesi gerekmektedir. Mesleki ve teknik eğitimin çekiciliğini sağlamak için, mezunlarının istihdam süreçlerinin de düşünülmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Yapısal sorunları temel alan bir çözüm geliştirilerek, mesleki ve teknik eğitimin ve yönlendirmenin ilköğretimden itibaren yeniden yapılandırılması zorunludur.
LGS ve YKS üzerinde yapılan bağımsız araştırmalar, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan çevrelerdeki öğrencilerin daha başarılı olduğunu ve ebeveynlerinin eğitim düzeyi ile çocukların sınav başarısı arasında ciddi bir korelasyon geliştiğini göstermektedir. Bu durum öğrenciler arasında fırsat eşitliliği yaratmaktadır. Hatta özel kurs merkezlerinde bile "vip eğitim" adı altında yeni bir paradigma oluşmuş, küçük gruplara kurs hizmeti veren özel kurs merkezlerinin sayısında ciddi bir artış yaşanmıştır. Liselere geçişte sınava giren öğrenci sayısında bir azalma olmadığı gibi mahalli yerleştirme yerine sınavla öğrenci alan nitelikli liselere talep artmaktadır. Bu yüzden eğitim bileşenleri sınav ve test odaklı bir ilköğretim anlayışından kurtulamamaktadır. Bunun önüne geçmek için; öğrencilerin sosyal, sportif ve kültürel etkinliklere olan katılım ve başarıları liselere geçişte kullanılmalı ve puanlama sistemine yansıtılmalıdır.
Son yıllarda yapılan öğrenci seçme sınavlarının öznesi matematik dersi olmuş ve matematik başarısı düşük öğrencilerin sınavlarda kazanma ihtimali minimuma inmiştir. Özellikle liselere geçiş sisteminde, sosyal bilimler ve imam hatip liseleri gibi sözel alan becerileri yüksek olan öğrencilerin girmesi gereken lise türleri bile öğrenci seçiminde sayısal alan becerisi yüksek öğrencileri bünyesine katmaktadır. Velilerin ekseriyetinin talebi ise genel olarak öğrencilerini anadolu ve fen liselerine gönderebilmek konusunda ağırlık kazanmaktadır. Bu durumda hem öğrenciler ilgi, istidat ve kabiliyetlerine göre liselere yerleşememekte hem de bazı lise türleri ise limitlerinin üzerinde öğrenci alırken, bazı lise türlerinde sınıflar boş kalmaktadır. Ağırlıklı olarak anadolu ve fen liselerinde yaşanan bu yoğunluğun önüne geçmek için meslek liseleri ve diğer liselerin mezunlarının alanıyla ilgili üniversitelerin lisans bölümlerine yerleştirmelerinde ek puan avantajı sağlanmalıdır.
Özellikle bilgi teknolojilerinin sağladığı olanaklardan eğitimde de hızlı ve yaygın bir biçimde yararlanılmalıdır. Bu, bölgeler arası dengesizlikleri gidermek, eğitimin etkinliğini ve kalitesini artırmak, ekonomik sektörlerin ihtiyaçlarına uygun işgücü yetiştirmek, sürekli eğitim, yetişkin eğitimi gibi alanlarda etkinliği artırmak, işsiz gençlere hızlı meslek kazandırmak ya da onları kısa sürede işe yerleştirmek gibi katkılar sağlayacaktır.
Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlandığının önemli göstergelerinden biri çocukların eğitimdeki performanslarının ebeveynlerinin sosyoekonomik ve kültürel durumlarından bağımsız olmasıdır. Fırsat eşitliğinin önündeki engellerin aşılması için düşük sosyoekonomik ve kültürel durumdaki ebeveynlere sahip çocukların bu bağımlılığını azaltacak, eğitimlerini güçlendirici destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Türkiye’de farklı uygulamalara gidildiği halde yabancı dil öğretiminde halen yeterince başarılı olunmadığı görülmektedir. Bu gerçeği değiştirmek adına bir dizi çözüm yolunu aynı anda uygulamak gerekmektedir, çünkü sorunlardan tek bir tanesine odaklanarak bu çok taraflı sorunu çözmek mümkün değildir. Bu sebeple, yabancı dil eğitimi yeniden ele alınmalı ve güçlendirilmelidir. Sınıflardaki teknolojik alt yapılar yabancı dil öğretimi için yeterli hale getirilmelidir. Dinleme ve izleme etkinliklerini verimli bir biçimde yapacak teknolojik altyapı bütün okullara aynı standartlarda sunulmalıdır. Yabancı dil öğretiminin sürekli olursa başarıya ulaşacağı unutulmamalıdır.
Tüm eğitim kademelerinde; öğrencilerimizin okuma, anlama, yorumlama, akıl yürütme, yazma ve yaratıcı düşünme becerilerinin geliştirilmesi için felsefe, mantık ve düşünme eğitimi dersleri eğitim programlarında yerini almalıdır.
Eğitim fakültesi mezunu atama bekleyen öğretmen sayıları, eğitim fakültelerinde öğrenimlerine devam eden öğretmen adayı öğrenci sayıları ve ihtiyaç duyulan öğretmen sayıları birlikte ele alınarak; eğitim fakültelerinin sayılarının ve kontenjanlarının uzun vadeli olarak yeniden planlanması ve düzenlenmesi gerekmektedir. Yine bu kapsamda, eğitim fakülteleri dışında öğretmenlik atamasına kaynaklık teşkil eden lisans programlarından mezun olanlara verilen “Pedagojik Formasyon Eğitimi” uygulaması yeniden gözden geçirilmelidir.
Öğretmen yetiştirme sürecinde; fakülte-okul işbirliği daha etkin ve etkili yürütülmeli, sürece işlerlik ve süreklilik kazandırılmalıdır.
Öğretmenlerin mesleki ve kişisel gelişimlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak için; hizmet içi eğitim enstitülerinin/merkezlerinin sayısı ile bu enstitülerde verilecek hizmet içi programlarının sayısı, talep ve ihtiyaca göre artırılmalıdır. Ayrıca hizmet içi eğitim programlarının; belli bir yeterliği kazandırma, belli bir probleme çözüm üretmeye yönelik somut çıktıları olan etkinlik ve eylem araştırması temelli yeterlik kazandıran programlar olması ve belgelendirme temeline dayalı olması sağlanmalıdır.
Aday öğretmenlere uygulanan Adaylık Kaldırma Sınavı’nın kapsam ve içeriği bakımından ÖSYM tarafından daha önce yapılan “Genel Kültür ve Genel Yetenek, Eğitim Bilimleri ve Öğretmenlik Mesleği Alan Bilgisi” sınavlarından farklı, üstün ve daha nitelikli bir sınav olmadığı görülmektedir. Ayrıca Adaylık Kaldırma Sınavı; işine motive olmak isteyen öğretmenlerimizin gelecek kaygısı taşımalarına ve tekrar sınav stresi yaşamalarına sebep olmakla birlikte kâğıt, zaman ve emek israfına yol açmaktadır. Bu sebeple, Adaylık Kaldırma Sınavı’nın kaldırılması için gerekli adımlar atılmalıdır.
19. Milli Eğitim Şurasında alınan fakat uygulamaya geçmeyen; “Öğretmenlik mesleğine ilişkin farklı mevzuatları birleştiren ve öğretmenlik mesleğinin uzmanlık statüsünü geliştirecek bir ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun çıkarılması.” hususundaki çalışma hayata geçirilmelidir.
19. Milli Eğitim Şurasında alınan fakat uygulamaya geçmeyen; “Branş ve sınıf öğretmenlerinin aylık karşılığı girmek zorunda oldukları haftalık ders saati sayısının 15 ders saati olarak eşitlenmesi için yasal düzenleme yapılması.” hususundaki çalışma hayata geçirilmelidir.
Öğretmen istihdamında sıkıntı yaşanan dezavantajlı bölgeler yeniden belirlenmeli, bu bölgelerde görev yapacak öğretmenler için; zorunlu hizmet yükümlülüğü yerine ek ödeme, faizsiz kredi, konut ve kira yardımı verilmesi gibi teşvik adımları atılmalıdır.
Öğretmen alımlarında ve görevde yükselmelerde uygulanan mülakat (sözlü sınav) uygulaması, hakkaniyete gölge düşürmekte ve kamu vicdanını yaralamaktadır. 3 kişinin 3 dakikada 3 soruyla adayın ehliyetini ve liyakatini belirlemesinin mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle mülakat (sözlü sınav) uygulaması kaldırılmalıdır.
Aynı mesleği icra eden insanların farklı statü ve özlük haklarıyla istihdam edilmesi vicdanları yaralamaktadır. Adaletli bir yaklaşımla; ücretli ve sözleşmeli öğretmenliğe son verilmeli, bütün atamalar kadrolu yapılmalıdır.
Öğretmen mum gibidir, kendisi tükenirken etrafını aydınlatır. 19. Milli Eğitim Şurasında alınan “Öğretmenlere; bölge ve şehir ayrımı yapılmaksızın, her yıl için ¼ oranında yıpranma payı verilmelidir.” kararı hayata geçirilmelidir.
Eğitim Öğretim Hizmetleri sınıfında yer alan okul yöneticileri; Genel İdare Hizmetleri sınıfına alınmalı ve ek ders ücreti ödemesi yerine 666 Sayılı KHK gereği ödenmekte olan ek ödeme oranı % 65’den % 165’e çıkarılarak ödeme yapılmalıdır.
Okul yöneticileri; sınırlı yetki, sınırsız sorumluluklar altında ezilmektedirler. Bu sebeple okul yöneticilerinin yetki ve sorumluluk dengesini sağlamaya yönelik olarak çalışma yürütülmeli, görev ve iş tanımları net olarak yapılmalıdır.
Öğretmenlik Kariyer Basamaklarını, kişisel ve mesleki gelişimin bütüncül bir parçası olarak değerlendirerek ve Anayasa Mahkemesinin ilgili kararları da dikkate alınarak 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun değişik 43. maddesinin yeniden düzenlenmesi için çalışma yapılmalıdır.
Öğretmenlerin aldıkları ücretler yoksulluk sınırında yer almakta, ek ders ücretleri ile sorun hafifletilmeye çalışılmaktadır. Eğitimcilerin hak ettikleri ve insanca yaşamalarını sağlayacak ücreti, öncelikle temel aylık olarak almalarının sağlanması gereklidir.
Eğitim çalışanlarının örgütlenme ve haklarını dile getirme özgürlüğünü güçlendirecek, eğitim sendikalarına üyelik ve çekilme işlemlerinde bürokratik zorlukları ortadan kaldıracak adımlar atılmalıdır. Bu kapsamda e-devlet üzerinden üyelik ve çekilme işlemlerinin yapılmasına olanak sağlanmalıdır.
Yapılacak 20. Milli Eğitim Şurasına demokratik bir tutumla bütün paydaşlarla birlikte bütün eğitim sendikaları da davet edilmelidir.
Eğitim ve öğretimle ilgili politika kararlarının belirlenmesinde yol gösterici olacak, 20. Milli Eğitim Şurası’nın ülkemiz eğitimi adına hayırlara vesile olması ve Şura’da alınacak tavsiye kararlarının en kısa sürede hayata geçirilmesi temennisi ile kamuoyuna saygıyla arz ederiz.
Maarif-Sen Yönetim Kurulu