Süleyman PEKİN
ŞEYH SAİD’İN ŞIHLIĞI VE ANARŞİSTLİĞİ
Türkiye’de ihanetin tarihi yazılamaz. Yazılsa; 1.Beş–on ciltlik ansiklopedi olur, 2.İllâ biri birilerinin hısım-akraba-tanış olma keyfiyetindedir.
Kurtuluş Savaşı bunun turnusol kâğıdıdır. Ve büyük güçlüklerle halkın ancak 3’te 1’inin desteği alınarak gerçekleştirilmiştir. Tabii ki en büyük güçlük de Türk Milletini İstiklâl Savaşı’na ikna güçlüğü.
Atomu parçaladılar ve iki yerde bunun acımasızca ıspatına giriştiler. Bizse yüzyıldır iki algı veya alışkanlığı kıramadık. Bir; dinî jargon ve ünvanların geçiş üstünlüğü ve iki; etnik kökene dayalı suçlama yada sahiplenme.
Bir dersimde bir öğrencim “Şeyh Said’le beraber asılanlardan biri arkadaşımın dedesiydi” demişti. Ben de “Sülâlemden Kurtuluş Savaşı’nda eşkiyalık yapan veya 15 Temmuz’da Darbecilere katılan olsa onu savunmak zorunda mıyım yoksa kendi içimdeki çürük elmalara ilk tepkiyi benim mi göstermem gerekir?” diye sormuştum.
Bizim milliyetçi cenahın sık sık düştüğü hata Türk diye tanımladığı Oğuz / Türkmen kısmısı haricindeki unsurların kolay ihanet edebileceği kabulüdür. Sanki Yörük oğlu Yörük veya Kayı Boyundan, Karakeçili Aşiretinden olan kan grubu nedeniyle vatanını satamaz. İstiklâl Harbi’nde İç Anadolu ve Ege’de çıkan isyanlara bir bakın hele.
İhanet bir karakter meselesidir. “İhanet bir bilmecedir” diyen Attila İlhan’a bilmece cevabıdır. Karakterdeki zaaflar ve defolar yine rahmetlinin “Gece ihanete müthiş bir gerekçedir” mısraında olduğu gibi kendilerine imkân ve ikbal gerekçesiyle hızla mazerete dönüşebilirler. Ne diyor Kitab-ı Mübin: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” (İsrâ 84)
Bu kabulün zıddında ise “Haziran 1925’te Diyarbakır’da 46 kişi idam edildi, onlar Kürt değil miydi?” mantığı var. Evet, muhtemelen çoğu Kürt’tü. Şapka İsyanında Rize’de asılan birkaç kişi belki Laz’dı, değildi. Dersim İsyanındakiler belki Zaza, Türkmen yahut Ermeni’ydi. Yada Alevî’ydi, Sünnî’ydi.
Tüm bu detaylar Devlet otoritesine düşmanlık, kanun tanımazlık, güvenlik güçlerine silahla karşı koyma ve kamu düzenini yerle yeksan etmeye teşebbüs gibi suçların sebep penceresinde değil. Feodal düzeni sürdürme dileği, vergi vermek yerine “Gücüm var, vergiyi ben toplarım” düşüncesi, eski köye yeni âdet getirenlerin karşılaştığı klasik muhafazakâr tepki yada dış destekli bir darbeyle bölgeyi veya devleti ele geçirme isteği bence çok daha açıklayıcı.
İslamcı cenahınsa her gördüğü sakallıyı dedesi zannetme hastalığı var. Batı’daki isyanda daha batıdaki Yunanistan’a ve Doğu’daki isyanda daha güneydoğudaki İngiltere’ye bakmak yerine Menemen’deki Mehmet “Derviş” lâkaplıydı, Ergani’deki Said “Şıh” ünvanlıydı kısmına takılır ve kolay aldatılır.
Ama 15 Temmuz’daki İsyanın elebaşılığını bir “Hoca”nın yapmasına bu kez aldanmadın. Oysa Diyanet’te imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra emekli olan bir insan. Ömür boyu hep din - iman anlatmış görünmüş. Peygamber ve sahabeyi anlatırken cemaati kırıp geçirmiş. Ama neymiş; bunlar bahaneymiş, amaç devleti ele geçirmekmiş.
Ve neymiş; İmralı’daki mahpus Türkiye’deki hapishaneler hangi devletin kontrolündeyse o da onun kontrolünde olduğu gibi Pennsylania’daki kişi de doğal olarak koca dünyayı kontrol etmeye çalışan o ülkenin iç kontrolündedir. Hayatları o ülkelerin iradesindedir.
Son Devrin Din Mazlumları kitabında Necip Fazıl’ın tam 44 sayfa ikinci konu olarak Şeyh Said’i anlatması neyi değiştirir? 50 yıl sonra biri çıkıp “15 Temmuz 2016’da ordudaki Müslüman subaylara zulmedildi” diye yazsa ne kıymet ifade eder?
Şeyh Said’in heykelini dikseniz de, Dağkapı Meydanı’na Şeyh Said Meydanı deseniz de ve Referandum öncesi Şeyh Said’e “Fâtiha” gönderseniz de tarihte anarşist anarşisttir. Nokta!