Süleyman PEKİN
ALINMASI ZOR BİR ÖRNEKTİR MEHMET AKİF
Her devlet kuruluşunda ya da tarihin akışını değiştiren olayda bir maddî cephe bir de manevî cephe vardır.1299 için Osman Gazi ile Şeyh Edebalı, 1453 için Fatih ile Akşemseddin neyse 1919 için de Mustafa Kemal ile Mehmet Akif odur. Tıpkısının aynısı Pakistan için de geçerli: Muhammed Ali Cinnah ve Muhammed İkbal.
Ki İkbal; Yaşar Nuri’nin deyişiyle İslam’ın vicdanı olan Muhammed İkbal, Mehmed Akif ile çağdaştır da.. İlki; 1877 – 1938, ikincisi 1873 – 1936. Ve ikincisi 20 Aralık’ta doğdu, 27 Aralık’ta vefat etti.
Akif'in 63 yıllık ömrü, Lütfü Şehsuvaroğlu’nun tabiriyle ‘Hayatı Eserinden Büyük’ bir mücadele şaheseridir. “Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?” dese de rahmetle anılmak ebediyetine çoktan Türk Milletinin gönlünde nail olmuştur.
“Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!” düsturundan santim sapmaksızın yaşadı. Dünyanın süsünü - eteğini, makamını - mansıbını dünyadayken boşadı. Parayla hiç işi olmadı. Tek hakikat namına, Akif’in o beğendiği meslek adına söz odununu üniversite yıllarımı en çok etkileyen Necip Fazıl'ın duruşuna vurmuşum. 7 yılda her cihetten ses geldi fakat Akif'e ses verecek çıkar mı, hiç sanmıyoum.
Musallada bile ‘kötü’ bildiğimize ‘iyi’ dememeyi alışkanlık bildik. Zulüm ne zaman ve kimden gelirse gelsin karşısında durma saplantısına tutulduk. Akif'in paltosunu infak ederek karda kışta paltosuz dolaşmasını, kasırgavari bir günde İstanbul'un diğer yakasındaki randevusuna gelmeyen dostuyla dostluğunu sonlandırmasını emsal almak nefse ağır geliyor. Ama NFK’in ihtişamlı şiirlerinden anma gecelerinde keyif devşirmek hoş.
Onu anlamak da, anlatmak da kolay değil. Kolay yazmış gibi görünür, aruzu halk diline indirgemiştir ama onu okumak ve idrak etmek de kolay değildir. O “Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlayalım / Elemim bir yüreğin kârı değil” derken insanlardan magazini, dedikoduyu, işkembe doldurmayı bırakıp dertlenerek derde derman aramaya çağırıyordu. Ne var ki o dem “Sesine ses verecek bir seda yok” idi.
Ve ondan herkes kısım kısım korkar; solcular, sağcılar, laikler, dinciler vs. Solcular, İslamcılıktan gözleri kamaştığı için ondaki yeniklikçi münevver tipini; sağcılar, muhafazakârlığı geleneksel hatalar olarak algıladığı için onun arayışını; laik kesim (kendini Atatürkçü zanneden) hayatı yobaz / çağdaş kategorizasyonuyla duyumsadığı için onun sakallarından zihninin aydınlığını; dinci kesim (kendini Abdülhamitçi zanneden) hayatı kâfir / dindar ikilemiyle tanımladığı için onun ayet sunuşundan ayetlerin yorumları olan şiirlerinin çıkış yolu önerilerini görmezden gelmişlerdir. (Her kesimin yüreklileri hariç..)
‘Ulu Hakan’cılar onun Abdülhamid istibdadına bakışını bilmezler. Daha 1913’te kurulan Millî Müdafaa Cemiyeti’nin ilk üyelerinden olduğundan bîhaberdirler. Teşkilat-ı Mahsusa adına Almanya’dan Mısır’a, Arabistan’dan Sudan’a Cihan Harbi öncesinde ve süresince ne iş gördüğünü tahmin bile edemezler. Ve Millî Mücadele’de ilk işinin Ankara’ya geçerek kürsü kürsü, mevize mevize Kastamonu’dan Konya’ya, Afyon’dan Eskişehir’e İstiklâl Harbi’nin maneviyat altyapısını nasıl hazırladığını bilseler de unutmuş numarası yaparlar. Ve mebus olduğunda bile cephe cephe dolaşan milletvekili olarak anıldığını..
“Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun
İslam’ı da ‘batsın!’ diye tutmuş yediyorsun!”
O cumhuriyetçi bir aydındı. Müslümanların Müslümanlaşması için kafa yordu. Vehn hastalığına tutulmayan, yaşadığını yazan - yazdığını yaşayan bir mücadele numunesiydi ömrü. Kiminin Mısır’a, kiminin Moskova’ya ve kiminin de Paris’e gönderimi de genç Cumhuriyetin eski taktik hamleleridir.
82 yıllık bir minnetle ve avuçlar dolusu rahmetle anıyoruz.