Milli Eğitim Bakanımı Prof.Dr.Ziya SELÇUK’un verdiği bir mülakatta dile getirdiği konulardan mesnetli birkaç gündür eğitim camiasında dillendirilen, tartışılan bir konu var; Tüm öğretmenlere Yüksek lisans zorunluluğu geliyor”. Yazılı, görsel ve sosyal medyada konu hakkında herkes içini döküyor, yazıp çizenlerin çoğunluğuna göre öğretmenin Yüksek lisanslı olması eğitim kalitesini de yükseltecek bir faktör olarak görülüyor, tüm öğretmenlerin bir an önce mastır derecesine sahip olmaları adeta eğitim sorunumuzu kökten çözecekmiş gibi önemseniyor.
Hiç şüphe yok ki her meslek için eğitim seviyesinin yükseltilmesi o mesleği icra edenlerin niteliğini pozitif yönde etkiler. Bu nedenle olacak ki gelişmiş devletlerde zorunlu öğretim süreleri git gide yükselmektedir. Ülkemizde de halen her vatandaşa 12 yıllık zorunlu eğitim verilmektedir. Mesleğe yeni başlayan aday bir öğretmen, zorunlu olan ilk, orta ve lise eğitiminden sonra asgari dört yıl eğitim veren Fakülteleri başarıyla bitirmiş olması gerekir. Yani öğretmen, İlk, orta ve lisede mesleğini icra ederken kullanmak üzere, kendi branşıyla ilgili en az dört sene üniversite eğitimi alır. Okullarda okutulan derslerin müfredatına bakıldığında bu alanda fakülte eğitimi alan birisinin üstesinden gelemeyeceği bir hususun olmadığı görülecektir. Bundan kaynaklı olsa gere ki, bir dönem (1997) örgün eğitim veren lisans diplomasına sahip herkes sınıf öğretmenliğine kabul edildiler. O zamanlar çok eleştirilse de, farklı alanlarda eğitim almış bu öğretmenlerden, eğitim fakültesi mezunlarını sollayan, meslekte çok başarılı olanların varlığı bilinen gerçeklerdir. Bu da doğal bir durumdur, zira öğretmenlik eğitim içerikli filmlerdeki kahramanlarda gördüğümüz bir sanattır,vicdan işidir,öğretme aşkıdır, çocuğu sevmedir, eğitim derdi,motivasyonu olma meselesidir. “Kırk yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Okula, mabede gider gibi gittim. Hiç bir derse abdestsiz girmedim” der Nureddin TOPÇU, bu aşka, bu motivasyona sahip olan bir öğretmen derse abdestli, yani hazırlıklı gelir.
“Öğretmenlik sanattır” . Bilginin, bilgiye ulaşma tekniğinin öğrenciye kavratılması sanatıdır. Genel olarak öğretmenlerimizde nitelik, alanıyla ilgili bilgi eksikliği sorunu olduğunu düşünmüyorum. Genelde mesleğin icrasında Fakültelerde edinilen akademik bilgilerin yarısı bile kullanılmaz. Kaldı ki bu tür eksiği olan öğretmen, “öğretmenlik şuuruna” sahipse kolayca eksikliklerini giderir.
Bir Yüksek Lisanslı öğretmen olarak müşahede ediyorum ki, yüksek lisans eğitiminde kazanılan akademik birikimler öğretmenlikte pek kullanılmıyor. Kanaatimce öğretmenlere yüksek lisans yaptırmak, kağıt üzerinde,” şu kadar sayıda öğretmenimiz mastır derecesine sahip” istatistiği dışında eğitime pek faydası olmaz.
Neler Yapılmalı?
İşimiz eğitim, tabi ki öğretmen de sürekli eğitime tabi tutulmalıdır. Öğretmen akademik bilgi birikiminin yanında, okuyacağı kitaplar, katılacağı kurs ve seminerlerle diğer alanlardaki (sanat, kültür,iyi eğitim örnekleri, sınıf hakimiyeti,kim nasıl eğitim yapıyor, başka ülke örnekleri,usul, metot bilgisi,teknoloji iyi kullanma vs. konularında ) gelişimini sürdürmelidir.
Her öğretmen, her yaz tatillerinin belirli (15 günden az olmamak üzere) sürelerinde, ücretlerini de kendileri ödeyerek (o zaman kurs ve seminerler daha ciddiye alınıyor) Bakanlıkça belirlenecek bir grup seminer ve kurslara katılmaları zorunlu olmalıdır. Bu kursların sonunda yapılacak sınavlarda ya da okuldaki uygulamalarında yetersizliği belirlenenler, ücretlerini ödeyerek tekrar aynı kurslara katılmaları zorunlu olmalıdır.
Bütün bu çabalara rağmen kendini geliştirmeme ve işini iyi yapmamakta direnen öğretmen kalırsa, 657 SDMK. Yapılacak düzenlemeyle işine son verilmelidir. Bunlar yapılabilirse, öğretmen sorunu kalmaz.