Yoğun tempoda yaşarken, sürekli koşuştururken, bir yerlere yetişme çabasındayız.
Sabah, işe yetişme çabası,
Çocukların okula geç kalmaması gayreti,
Akşama yemek yetişmezse kaygısı,
Gündelik telaşımız o denli arttı ki yaşarken, yanı başımızda ne var, ne oluyor fark edemez olduk bir anda…
Çok sevdiğimiz bir arkadaşın sevincini veya hüznünü kaçırıyoruz…
Aynı blokta yaşamamıza karşın, komşumuzun hatırını sormayı unutuyor, aylar sonrası merdivende veya asansörde gördüğümüzde de mahcup olmayı dahi unuttuk gibi...
İnsan olmanın erdeminde yaşadığımız kayıpları, bize bumerang olup döndüğünde fark edebiliyoruz…
Gündelik telaşımız, hayatı sanal ortamda yaşamaya kayışlarımız, oyun oynaş meşgalemiz, bizi hayattan koparıyor farkında olmadan…
Hayattan kopuşlarımıza, gündelik telaş ve koşuşturma sürecinde, yaşamdan keyif alma, çevremizi algılamamızda evrildi, değişti, farkında olmadan dönüşüyor, insan olmanın temel hasletlerinden uzaklaşıyoruz hızla…
Sosyal medyada da paylaşılan, “algılama, keyif alma ve önceliklerimiz” üzerine yapılan bir sosyal deney yorumlamasına dönük, hayatta neleri, nasıl kaçırdığımız yönünde enteresan bir değerlendirme yazısını paylaşmak istedim…
Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.
...Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...
Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise;
Dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba ?
Hayatı yaşarken, yaşadığımız bu kaçırmalarımıza “Tarifeli uçağı kaçırdığımız” kadar üzülüyor muyuz?
...Yaşadığımız şu üç günlük dünyada hiçbir güzelliği kaçırmadan, farkına varabilmek umuduyla...