Milli Eğitim Bakanlığının sözleşmeli öğretmen alımlarıyla başlayan, Diyanet İşleri Başkanlığının din görevlileri alımıyla devam eden ve son olarak da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının eğitim ve sosyal hizmetler uzmanı alımıyla kamuoyunun gündemine oturan kamu sektöründe uygulanan sözlü sınavlar, yıllarca bu kadrolar için emek veren gençlerin emeğini ‘çöp’ ettiği gibi; mağdur edilen gençler başta olmak üzere, konuyla ilgili-ilgisiz herkesi derinden yaralamıştır.
Neden Sözlü Sınav Yapılır?
Konunun anlaşılması anlamında, özel sektör olsun, kamu sektörü olsun, personel alımlarında neden sözlü sınav yapıldığının biçimsel ve biçimsel olmayan yönlerinin ortaya konulması gerekiyor.
Biçimsel açıdan sözlü sınav; sınırlı bir zaman diliminde gerçekleştirilen kişilerarası etkileşim sürecidir ve işveren ile işe başvuran adayın 15- 45 dakika süren bir oturumda birbirlerini tanımak için bir araya gelmesidir. Kısacası, doğru işe doğru personel alma sürecidir.
Özel sektör, sözlü sınavların biçimsel yöntemini kullanır.
Biçimsel olmayan açıdan ise doğru işe doğru personel almak yerine, personele göre iş yaratmak veya istenilen personeli işe almaktır.
Ülkemizde özellikle son 7-8 yıldan bu yana kamu kurum ve kuruluşları biçimsel olmayan sözlü sınav yöntemini kullanmaktadır.
Yirmi yıldır ülkeyi yönetmekte olan AKP, hükümet etme sürecinin ilk on yılında biçimsel sözlü sınav yöntemini uygularken, hatta hiç sözlü sınav uygulamazken, neden son yıllarda biçimsel olmayan sözlü sınav yöntemini uygulamaya başladı?
Bu sorunun cevabını bulabilmek için kapitalist devlet kavramını açmak gerekiyor.
Kapitalist devlet ne demektir?
Jessop’a göre (2004) kapitalist devlet, toplumsal düzenlemelere ve stratejik seçiciliğe tabi; işlevi, ortak çıkar ve irade adına toplum üyeleri için bağlayıcı kararlar almak ve uygulamak olan farklı kurum ve organizasyonların birlikteliğidir. Bu kurum ve organizasyonlar hukuk, din, aile, eğitim, siyasi partiler başta olmak üzere, üstyapısal kurumları oluşturan devletin ideolojik aygıtlarıdır.
Bu kurum ve organizasyonların geri planında ise sermaye fraksiyonları, siyasal akımlar, sınıf mücadeleleri ve çıkar çatışmaları vardır. Kapitalist devlet formunda etkin olan sermaye fraksiyonlarını anlamaya yönelik olarak Bryan’ın yaptığı dörtlü ayrım oldukça yararlıdır. Bryan dört sermaye kesimi tanımlar:
-Ulusal sermaye,
-Küresel sermaye,
-Yatırım açısından sınırlı sermaye,
-Pazar açısından sınırlı sermaye.
Ulusal sermaye; ülke içinde üretim yapan, ürettiği metaları iç pazarda satarak paraya çeviren ve bu parayı tekrar ülke içinde yatırıma dönüştüren sermayedir. Genellikle uluslararası yatırımlar yapamayacak kadar küçük ölçeklidir ve ithalatı mümkün olmayan ya da doğal olarak korunan sektörlerde yoğunlaşır. Hizmet sektöründeki küçük ölçekli sermayeler bu kesime örnektir.
Küresel sermaye; uluslararası ölçekte satış ve yatırım yapabilen, satış ve yatırım yapacağı yeri uluslararası kârlılık koşullarına göre belirleyebilen sermayedir.
Yatırım açısından sınırlı sermaye, uluslararası ölçekte satış yapabilen ancak yatırım yapamayan sermayedir, dolayısıyla uluslararası birikim sürecine ticari alanda eklemlenir, üretim alanında eklemlenemez. İhracat ürünleri üreten ama uluslararası ölçekte üretim yapacak büyüklükte olmayan sermaye kesimlerini kapsar.
Pazar açısından sınırlı sermaye ise, uluslararası ölçekte yatırım yapabilen ancak sadece ulusal pazarda satış yapan sermayedir. Örneğin üretildiği yerde tüketilmesi gereken hizmet ya da dayanıksız tüketim malları üreten ulus ötesi şirketler bu kesime girer.
Tanımlanan bu dört sermaye fraksiyonundan her biri farklı devlet politikalarından yarar görür. Örneğin, pazar açısından sınırlı sermayeler için gümrük ve döviz kuru politikaları çok önemlidir, farklı türden ulusötesi şirketler arasında devletten beklentileri açısından önemli bir bölünme yaratır. Para sermaye ve meta ithalatı üzerindeki kontroller ile para politikalarının döviz kuru üzerindeki etkileri, dört sermaye kesiminin de kaderini belirler. Döviz kuru, farklı birikim biçimlerini sürdüren sermayeler arasında çözülmez bir çelişki oluşturur.
Bu sermaye fraksiyonları arasındaki çelişki ve çıkar çatışmaları ve sınıfsal mücadelelerin devlet aygıtını paralize etmemesi ve sermaye birikim sürecinin aksamaması için hakim fraksiyon tarafından uygulanan politikalar dikkatle yürütülür. Bu politikalar, kimi zaman toplumun tümünü içeren politikalar olabileceği gibi, kimi zaman toplumun belirli bir kesimini tatmine yönelik de olabilir. Çünkü üretim sonucu yaratılar toplam ürün ya da milli hâsıla, sermaye çevrimini sağlamak zorundadır. Aksi halde kapitalist kriz yaşanabilir.
Tek ulus ve iki ulus projesi ne demektir?
Kapitalist devlet, sermaye çevrimi sürecinde ortaya çıkan krizleri aşmak için yeni birikim stratejileri ve buna uygun hegemonya projeleri oluşturur. Birikim stratejileri, sermaye çevriminin hangi koşullarda ve hangi üretim biçimiyle sürdürülmesi gerektiğini; hegemonya projeleri ise, bu sermaye birikim stratejisinin topluma nasıl, hangi enstrümanlarla kabul ettirileceği anlamına gelmektedir. Birikim rejimine uygun hegemonya projeleri, toplumdan onay alarak sermaye çevriminin sorunsuz işlemesini sağlar. Ancak hegemonya projelerinin her zaman toplumun tümünü kapsadığı ve toplumun tümünün onayını aldığı söylenemez. Bu durumda ‘Tek Ulus ve İki Ulus’ hegemonya projeleri devreye girer.
Tek ulus projesinde, toplumun tümünün desteği maddi tavizler ve sembolik ödüllerle hegemon fraksiyon tarafından sağlanır. AKP iktidarının ilk on yıllık döneminde sermaye fraksiyonları arasındaki çıkar birliği sağlanmış, istikrarlı ekonomik büyüme sayesinde toplumun bütün kesimlerini kapsayan politikalar uygulanmış, kamuya personel alımlarında KPSS ölçütü dışında sözlü sınavlar veya nepotik uygulamalar gündeme gelmemiştir.
İki ulus projesinde ise, nüfusun stratejik bakımdan önemli bölümlerinin desteği sağlanmaya çalışılır, hegemonya projesinin maliyeti toplumun diğer kesimlerine yüklenir. İki ulus stratejisi, diğer ulusun sınırlanmasını ve baskı altında tutulmasını gerektirir. Son 7-8 yıllık dönemde uygulanan politika iki ulus projesidir. Buna göre toplumun emekçi, işçi, Alevi, Kürt, bazı cemaatler ve laik kesimleri, sistemli bir ötekileştirme politikasıyla karşı karşıyadır. Çünkü ekonomik pasta, devlet ihaleleri, devlet kadroları, krediler ve ihaleler toplumun bütün kesimlerine adaletli dağıtılacağı yerde, sadece iktidarı destekleyen kesimlere yönlendirilmektedir. İktidar bu sayede, kendi tabanını konsolide ederken, toplumun diğer kesimlerini devlet olanaklarından dışlamaktadır.
İşte sözlü sınavlarla ortaya çıkan haksız, hukuksuz ve adaletsiz tablonun sosyoekonomik arka planı bu ekonomik işleyiştir. Milli Eğitim Bakanlığının öğretmen, Diyanet İşleri Başkanlığının din görevlileri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının sosyal hizmet uzmanı alımlarında düşük puanlar verilerek hakları ellerinden alınan gençlerin ait oldukları toplumsal sınıflara bakıldığında, iktidar blokunun dışında kalan kesimlerden gelen gençler olduğu görülecektir.
Bu durum çok uzun süre sürdürülebilir değildir!
Ne yapılmalı?
Bu anlamda, bu adaletsizliği düzeltmek için kısa vadede hukuksal yollara başvurmak gerekir, ancak uzun vadede bir daha bu tür hukuksuzlukların yaşanmaması için tek ulus projesini uygulayacak bir siyasal ortamın yaratılması için mücadele etmek gerekiyor.
Kaynaklar
Jessop, B. (2004) Birikim Stratejileri, Devlet Biçimleri Ve Hegemonya Projeleri, içinde Clarke, S. (ed) “Devlet Tartışmaları: Marksist Bir Devlet Kuramına Doğru” Ankara: Ütopya
Şebnem Oğuz (2012). Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi Ve Neoliberal Otoriter Devletin İnşası