Şiir deyince kiminin aklına börtü - böcek gelir. Kimi de ‘Saddam şiir yazsaydı, Miloseviç okusaydı; bu zulümler olmazdı’ kabilinden Ren türü cümleler geyikler. Sanki şiirin silahı yok.
Şiire ve şaire yapılan en büyük zulüm de budur. Şiir bir yumuşatıcı markası, Yumoş değildir. Spikerlerin, artistlerin kelime gevelemeleri hiç değildir.
Şiir ‘tahrip gücü yüksek bir bombadır, patlar’; hem Cahiliyye Devrinde hem de Asr-ı Saadet'te.. Peygamber’in bürdesi (hırka) bir kasideye niçin gitmiştir? Ve niçin Kuran’ın inzalinden sonra birçok şair şiir yazmayı bırakmıştır?
Bu yazıyı şiirin vezninin, kafiyesinin hatırına yazdığımı düşünmediniz umarım. Bu meyanda size Arap şair Nizar Kabbani’yi takdimden onur duyarım:
“Dostlarım! Başkaldırmıyorsa nedir ki şiir?
Azgınları ve azışları devirmiyorsa nedir ki şiir?
Zamanda ve mekânda sarsıntı yapmıyorsa nedir ki şiir?
Kisra Nuşirevan'ın başındaki tacı yere çalmıyorsa nedir ki şiir?”
Hem Suriye’li olacaksınız hem de Ortadoğu denilen ateş çemberinden canınız ciğeriniz yanmayacak. Hem gariplerden olacak (selam olsun gariplere) hem de küresel zulüm zebanilerinin petrol ağaçlarında budanmayacaksınız.
"Bunun için çekiyorum isyan bayrağını!
Kediler gibi boğazlanmaya götürülen milyonlar adına
Göz kapakları çıkarılanlar adına, dişleri sökülenler adına
Sülfürik asitte eriyenler adına, kurtçuklar gibi mahrum olanlar adına
Sesten, fikirden, dilden; çekeceğim isyan bayrağını"
El öpmez onun şiiri. Doğrusu sultanlara düşer onun şiirinin ellerini öpmek. Develer gibi yük çeken halklar adına, sudan ve arpadan başka hakkı olmayan, dostluğu büyük kaşıklarla içen halklar adına haykırır:
“Yaşasın bir demet yonca!
Yaşasın tek ilah diye Allah'a yalvaran halklar adına..”
O bir nâr-ı eşcârdır yani ateş ağacı.. Ve bıçağın saltanatını reddeden muttasıl kanayan yaradır. Yazdıkları mazlumlar adınadır, mısraları mitralyöz cinsinden bir makinadır.
“Ey mümtaz dostlarım; dudaksızların dudağıyım ben
Gözsüzlerin gözüyüm ben, okumuşlara denizin kitabıyım ben
Bir çığ gibiyim ben sevgilim, çılgınlıklarla karşılarım çılgınlıklarla
Kırarım nesneleri çocukluk içre
Kanımda devrim ve limon kokusu yoksa var olmak istemem”
Aslında insan hiçbir zaman, hiçbir yerde çaresiz değildir. Bazen tek bir söz, bazen tek bir sinek, bazen tek bir taş bütün korku imparatorluklarını yer ile yeksan edebilir. İşte o yüzden ‘Lâ tehaf / Korkma!’ diye başlar İstiklal Marşı Şairimiz Milli Marşımız’a. Efendilerin gücü kölelerin sadakati kadarmış. Bkz: ABD.
“Dostlarım! Hakiki şiir sizsiniz
Gülmenin de ehemmiyeti yok surat asmanın da
Sultana öfkelenmenin de..
Siz benim sultanlarımsınız
Dostlarım! Sizi beklemekteyim hâlâ
Kıvılcım tutuşturmak için"
Son: Şimdi değilse ne vakit?