14 Mart’ın 100. yılında Türkiye sağlık ortamındaki sorunlar artarak devam ediyor. Kamu hastanelerinde aşırı hasta yükü altında uzun süreler çalışan Sağlık Çalışanları, emeğinin karşılığı olmayan yetersiz ücretlerle geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Üniversite hastanelerinde sevk zincirinin olmaması nedeniyle hizmet, eğitim ve araştırmanın önüne geçmekte, tıp eğitimi ve mezuniyet sonrası eğitim gün geçtikçe niteliğini kaybetmektedir.
Bugün mobbing ve şiddetten en fazla mağduriyet Sağlık Çalışanları yaşamaktadır.Her 30 dakikada bir sağlık çalışanın şiddete uğradığı, doktorların kafasına kaldırım taşları atıldığı, hastanelerin basıldığı ve şiddetin cinayete dönüşmeye başladığı bir çalışma ortamı mevcuttur. Bazı düzenlemeler ile önlemler alınmak istenmişse de bunların yetersiz olduğu ortadadır. Bu nedenle acil bir şekilde sağlıkta şiddete istisnasız tutuklu yargılama gelmeli, sağlık kurum ve kuruluşları sıfır toleranslı alan ilan edilerek burada işlenen suçların ertelenmesi veya paraya dönüştürülmesine son verilmeli ve şiddet uygulayanlara acil haller dışında belli bir süre paralı sağlık hizmeti uygulaması hayata geçirilmelidir. Bir başka bela olan mobbingin önüne geçilmelidir. Özellikle idarecilerin yaptıkları baskılara bir son verilmelidir. Bu konuda yapılacak en doğru iş de kamuda ehliyet ve liyakate dayalı, adaleti esas alan bir yönetim sistemi oluşturmaktır.
Aşırı iş yükü sağlık çalışanlarının çalışma, aile ve sosyal hayatlarını zorlaştırmış,bu konuda planlı bir istihdam politikasına ihtiyaç duyulmakta, sözleşmeli istihdamına son verilip tüm sağlık çalışanlarının kadrolu personel olarak çalıştırılması gerekmektedir.
Bir önceki 14 Mart’tan bugüne temel sorunlardan sadece yıpranma payı için küçük bir adım atıldı.“Fiilen 9 yıla 1 yıl, geriye dönük çalışmanın dahil olmadığı ve tüm çalışanları kapsamayan bir yıpranma payı hayata geçmiştir. Beklentilerin çok uzağında kalan yıpranma payının çalışanlara bir faydası olması için mutlaka yeniden değerlendirilmesi şarttır. Döner sermayeler sıfırlanmıştır. Tüm çalışanları döner sermaye mücadelemize katkı vermeye çağırıyoruz. Bunun yanı sıra 3600 ek gösterge, ek zam gibi temel ekonomik beklentilerimize de hala bir yanıt verilmiş değildir. Bu beklentilerimiz lütuf değil, bir haktır. Ülkemizde sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan 920 bin çalışanın sorunları ve talepleri için bu 14 Mart’ta somut adımlar ve yasal düzenlemeler görmek istemekteyiz. Çalışanlar sorunlar yumağı içerisinde bırakılmamalı.
Sağlıkta şiddet sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. Günde yaklaşık 30 sağlık çalışanı şiddete uğramaktadır. Sağlıktaki şiddetin en önemli nedeni, sağlık alanını ticarileştiren, sağlık çalışanlarını güvenliksiz ortamlarda, performansa dayalı gece gündüz çalıştıran sağlık politikalarıdır.Hekimler ve sağlık çalışanlarına yönelik yazılı ve görsel basında, sosyal medyada karşılaşılan kimi yayınlar ve paylaşımlar sağlıkta şiddeti özendirmiştir. Bütünlüklü ve sürekli bir sağlık hizmetinin olmayışı, sevk zincirinin hala kurulmamış olması, birinci basamağın adeta rapor verilen birimlere dönüştürülmesi ve tedavi edici sağlık hizmeti yönelimli olması, ikinci basamakta yığılan hastalara, gereksiz ilaç tüketimine, tetkik sayılarının artışına, buna karşılık bulaşıcı olmayan kronik hastalıklarda yaşanan ciddi artışa zemin hazırlamıştır.Sağlıkta Dönüşüm Programı ile insanların, hayvanların ve çevrenin tam sağlığa ulaşması için farklı disiplinlerin birlikte çalışmasını ifade eden Tek Sağlık Uygulamaları ve buna bağlı olarak koruyucu hekimlik hizmetlerinde de sorunlar yaşanmaktadır. Bu çalışmalar ile sağlık sorunları ortaya çıkmadan gerekli önlemler alınarak ülke kaynaklarının gereksiz kullanımı önlenebilir.
Sağlık çalışanlarının özlük hakları; çalışma saatlerinin düzenlenmesi, emekliliğe yansıyan hakları, yıpranma paylarının ve çalıştıkları iş konularının riskleri dikkate alınırken tüm Sağlık Hizmetleri Sınıfı meslek gruplarını kapsayacak şekilde düzenlemelerin yapılması gerektiği unutulmamalıdır.
Sağlıkta Dönüşüm Projesinin ikinci fazı olarak ileri sürülen ve bir kamu-özel ortaklığı projesi olan Şehir Hastaneleri, şehre olan uzaklıkları, gereksiz büyüklükteki kullanım alanları, personel sayısının yetersizliği, çift başlı yönetimi ile hastaların sağlık hizmetine erişimini güçleştirmekte, sağlık çalışanları açısından da önemli sorunlar oluşturmaktadır. 2018 yılı itibariyle 8 şehir hastanesi faaliyete geçmiş ve 13 yeni şehir hastanesinin de 2021 yılına kadar faaliyete geçmesi öngörülmektedir. Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü verilerine göre faaliyete geçen 8 şehir hastanesinin yatak kapasitesi 8.364 olup bu hastaneler için 2019 yılı bütçesine konulan kullanım (3,7 milyar TL) ve hizmet (2,5 milyar TL) bedelleri toplamı 6,2 milyar TL’dir. 2019 yılında, şehir hastaneleri için tahsis edilen ödeneklerin toplamı Bakanlık bütçesinin % 13’ü dür. 2018 yılı sonu itibariyle sözleşmesi imzalanan 21 şehir hastanesinin tamamı faaliyete geçtiğinde, ödenecek bedel toplamı Bakanlık bütçesinin % 47’si olacaktır. Şu anda fizibilite, onay ve ihale süreçleri devam eden 10 şehir hastanesi de faaliyete geçtiğinde, programdaki 31 hastane için ödenecek toplam bedel bakanlık bütçesinin % 64’ü olacaktır.
Bütçesinin üçte ikisi şehir hastanelerine gidecekse, Bakanlık mal ve hizmet alımlarını nasıl yapacak, personel maaşını nasıl ödeyecek, mevcut tesislerin bakım-onarımını nasıl yapacak ve artık yeni hastane yapabilecek midir? Bakanlık, Sağlıkta Dönüşüm Programında belirtilen “yaşlılar ve yoksullar dâhil bütün vatandaşların erişimine açık olacak evrensel sağlık hizmetini” nasıl sunacaktır?
Şehir içindeki pek çok kamu hastanesinin kapatılacak olması, toplam yatak sayısında bir değişiklik olmaması, en önemlisi gelecek nesillere aktarılacak ve halen dövizle ödenen büyük bir kamu borcunun yaratılması, Şehir Hastanelerinin yeniden değerlendirilmesini ve daha büyük zararlara yol açmadan bu projeden vazgeçilmesini gerektirmektedir.
Ekonomik kriz giderek derinleşmekte, başta yoksullar olmak üzere toplumun tüm kesimlerini etkilemektedir. Genel Sağlık Sigortası (GSS) primlerini ödeyemediği için yaklaşık 6,5 milyon kişi kamusal sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Aylık olarak ödenen GSS primi dışında, hastaneye başvurulduğunda, muayene katılım bedeli, ilaç katılım bedeli, tıbbi malzeme katılım payı gibi 14 ayrı kalemde katkı payı ödenmektedir. Son Sayıştay raporlarından alınan bilgiler, tedavi katılım paylarının da içinde yer aldığı GSS fon gelirlerinin, GSS kapsamında sağlanan sağlık hizmetlerini karşılamak için yeterli olduğunu, hatta fazla verdiğini göstermektedir. Ancak sosyal sigorta fon gelirlerinin sosyal sigorta fon giderlerini (malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları) karşılamadığı görülmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), GSS fon varlığında kalması ve sağlık hizmetleri için kullanılması gereken bu fazlayı kanunlara aykırı olarak sosyal sigorta fonu için kullanmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumunu acilen vatandaşlarımızdan aldığı katılım payı uygulamasını iptale ve GSS fon gelirlerini kanunla belirtilen sağlık hizmetleri harcamaları için kullanmaya davet ediyoruz.
Ekonomik kriz nedeniyle başta üniversite hastaneleri olmak üzere kamu ve özel birçok hastane faaliyetlerini sürdürmekte güçlük yaşamaktadır. Kamu üniversiteleri büyük bir borç yükü altındadır. Borçların büyük bölümü ilaç, tıbbı sarf malzemesi ve laboratuvar giderlerinden oluşmaktadır. Ödeme süreleri 3-4 yılı bulabilmektedir. Üniversiteler bilim üreten, öğrencilerini geleceğe en iyi şekilde hazırlayan özerk kurumlar olması gerekirken, günümüzde bir sağlık işletmesine dönüştürülmüştür. Üniversite hastanelerine bütçeden ayrılan pay düşürülmüş, döner sermaye gelirlerine mahkûm edilmiş, diğer sağlık kuruluşlarında tanı, tedavi ve izlemi yapılamayan zor ve karmaşık hastaların yönlendirildiği bu kurumlar ekonomik krizle baş başa bırakılmıştır. SGK’nın 10 yıldır SUT fiyatlarını değiştirmemesi, üniversite hastanelerine zor ve tedavisi maliyetli hastaların gönderilmesine karşın, SUT’a göre sorunsuz hastalarla aynı fiyatın ödenmesi eşitsiz bir durum yaratmış, hastanelerin açık vermesinde önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca SUT fiyatlarının tedavi maliyetlerinin çok altında kalması, sadece üniversitelerde yapılan ve SUT kapsamında olmayan, yani fatura edilemeyen işlemlerden kaynaklanan zararlar da bütçe açığında etkili olmuştur. SUT fiyatları sabit kalırken ilaç, tıbbı malzeme, asgari ücret, elektrik gibi temel ihtiyaç giderleri yüzde yüzden fazla artmıştır. Üniversite hastanelerinin gelirleri, giderlerinin ancak üçte ikisini karşılamakta, bu hastaneler hizmet sundukça zarar eder hale gelmektedir.
Yüksek borçları olan üniversite hastaneleri mal, hizmet, tıbbi cihaz ve ilaç alım ihalelerini yapamamakta, pek çok firma ihaleye girmek istememekte, girenler de yaklaşık maliyetin çok üzerinde teklifler vermektedir. İhalelerin yapılamaması veya gecikmesi, ilaç ve sarf malzemelerinin bulunamaması veya yüksek maliyetle temin edilmesine, bu da hastaların mağdur olmasına neden olmaktadır.
Tıp fakültelerinin hastaneleriyle birlikte, işletme değil; bilim üreten, öğrencilerini geleceğe en iyi şekilde hazırlarken nitelikli sağlık hizmeti veren kurumlar olduğu unutulmadan, hizmet sunumundan kaynaklanan borçlarının ödenebilmesi için gerekli önlemler bir an önce alınmalıdır.Bu vesileyle tüm Sağlık Çalışanlarının14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum.