Öğretmenlik Meslek Kanunu çıktı çıkacak.
Gündem eğitimcilerin meslek kanunu olunca saha oldukça hareketlendi.
Meslek Kanunu ile ilgili beklentilerimiz çok görünse de haklı ve yerinde.
Etkin, koruyucu, özlük haklarımız yönünden tatmin edici özel bir meslek kanunu tabii ki istiyoruz.
Birazdan okuyacaklarınız için dostlarımın “yahu derdin ne, niye dokuz köyden kovulmaya çalışıyorsun” dediğini duyar gibiyim.
Ama birilerinin de dokuz köyden kovulması gerek.
Ben yanmayayım, sen yanma, nasıl çıkacak bu karanlıklar aydınlığa.
Taslak kanunda yer alan “müfettişler yapılan denetimlerde yetersiz olduğuna kanaat getirilen kadrolu öğretmenler, öğretmen akademisinde eğitimlere alınacak. Bu eğitim sonrasında aynı öğretmenler ikinci bir değerlendirmede tekrardan yetersiz olurlar ise bu öğretmenler başka hizmetlere atanacaklar”, kısmı eğitimciler tarafından çok tepki aldı.
Peki neden?
Yarası olan mı gocunuyor, dereyi görmeden paçaları mı sıvıyoruz?
İlkokul 1. sınıfa başlayacak çocuğu olan değerli meslektaşım sana soruyorum; okul okul dolaşıp “iyi bir öğretmen” aramadın mı?
Ortaokula çocuğu başlayacak değerli meslektaşım, okul okul dolaşıp, adres değişikliği yaparak çocuğunu “iyi bir okula vermek için” uğraşmadın mı?
Liseye çocuğu gidecek olan değerli meslektaşım “tercih edeceğin lisedeki öğretmenlerin, yaş ortalamalarına, o lisenin YKS başarısına” bakmadın mı?
Madem tüm meslektaşlarımız çok başarılı, çok idealist neden kapı kapı dolaşıp meslektaşlarının arasında tercih yapma gereği duyuyorsun ey meslektaşım.
Nöbetçi müdür yardımcısı katları dolaşırken gürültü gelen sınıfın kapısını açtığında “içeriden, ne var? ben 30 yıllık öğretmenim” giriş cümlesi ile konuşmaya başlayan meslek mensuplarımızın yeterliliğinin sorgulanmasından rahatsız mı oluyoruz?
Yılda 40 gün rapor hakkım var diyerek boş zamanlarında okula gelen meslektaşlarımızın sorgulanmasından rahatsız mı oluyoruz?
Teknoloji çağında MEBBİS cep ajandadan e-okula girmenin 5 defa anlatıldığı halde girişi yapamayan meslektaşımızın sorgulanmasından rahatsız mı oluyoruz?
Bir dilekçe dahi yazmaktan bihaber olduğu halde, bilgisayarı gördüğünde elif’e mertek dediği halde hasbelkader yöneticilik sınavından 60 üstünü aldığı için idareci olmaya çalışan meslektaşımızın sorgulanmasından rahatsız mı oluyoruz.
En hassas ve en özel çocuklarımız olan özel eğitim öğrencilerimize dahi şiddet uygulayan meslektaşlarımızın sorgulanmasından rahatsız mı oluyoruz.
.
.
.
Benzer örnekler yazmakla bitmez ki, yazmaya devam edelim.
Söyle değerli meslektaşım; senin elinde yetki olsa görev yaptığın okuldaki mesai arkaşın olan meslektaşlarından, anında kaç tanesinin işine son verirdin?!
Bir istatistik veya bir anket yapılsın öğretmen ve idareciler arasında;
Üniversiteden mezun olduktan sonra;
Kaç kitap okudunuz?
Kaç makale yazdınız?
Alanınızla ilgili kaç bilimsel araştırma incelediniz?
Teknoloji çağındayız, kaç öğretmen basit düzeyde bilgisayar kullanıcısı değil?
Öğretmenler odasında bir okulda haftada kaç gün, kaç defa, kaç öğretmen eğitim
programlarını tartıştı?
Senebaşı ekip, kurul, komisyonlar kurulurken kaç öğretmen istekli olarak görev aldı, alınan görevler kağıt üzerinde de değil de realitede ne kadar yerine getirildi?
Ortaokullarda ve liselerde akademik başarısı düşük öğrencilerin olduğu sınıflarda derse giren bazı meslektaşlarımız; bu öğrencilerin akademik başarısını ne kadar arttırdınız? Yoksa zaten temelleri de yok, ben ne yapabilirim diyerek, bazen sınıfta boş boş oturarak, bazen de dostlar alışverişte görsün mantığıyla dersi üstünkörü işleyip ders defterini plandaki kazanımlar işlenmiş gibi doldurdunuz mu?
Değerli vefakar, cefakar, idealist meslektaşım;
Sen de şikayetçi değil misin, rahatsız değil misin?
Sen niye dert ediyorsun, zaten işini yapıyorsun, sen zaten bir mum gibi erirken geleceği aydınlatıyorsun. Hem böylelikle kıymetin daha iyi bilinmiş olmayacak mı? Hakkettiğin değer böylelikle verilmiş olmayacak mı?
Çuvalın içindeki çürük elma çuvaldan çıkarılmazsa diğer elmaları da çürütmez mi?
Demem O ki;
İğneyi evvel kendine batır, sonra çuvaldızı başkasına demiş büyüklerimiz, iğneyi değil iğnenin ucunu kendimize azıcık batıralım mı?
“Önce herkes kendi vicdanının önünü süpürsün.Sonra başkasının tozuna kirine baksın” düsturuna azıcık kulak verelim mi?.
Bu arada kendi bahçemizi temiz tutmak adına öz eleştirimizi yaparken çuvaldızımızı da hazır tuttuğumuzu belirtelim.
7 yıl önce 9 Haziran günü daha 8 aylık öğretmenken Batman’da terör örgütü PKK tarafından şehit edilen meslektaşımız Aybüke Yalçın’ı da anmadan geçmeyelim.
Ruhu Şâd, mekanı cennet olsun!