Bu yazımda eğitim ve öğretimin esas yönlendirilmesini yaptığı kabul edilen müfredat programlarına bilimsel ve akademik bir yaklaşımdan ziyade, müfredat planlarında yapılması ve bu bağlamda, üzerinde düşünülmesi gerekenleri aktarmaya çalışacağım.
Bu yazımda eğitim ve öğretimin esas yönlendirilmesini yaptığı kabul edilen müfredat programlarına bilimsel ve akademik bir yaklaşımdan ziyade, müfredat planlarında yapılması ve bu bağlamda, üzerinde düşünülmesi gerekenleri aktarmaya çalışacağım.
Müfredatlar bir ülkede yetiştirilmesi hedef alınan, o ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak gençliğin daha donanımlı yetiştirilmesi için hazırlanır.
Günümüzde eğitime verilen önem ve ayrılan bütçe her geçen gün daha da artmakta ve yeni misyonlar yüklenerek yeni beklentiler oluşturulmaktadır. Eğitime her geçen gün daha fazla değer verilmesine ve konunun öneminin herkes tarafından bilinmesine rağmen eğitimin çıktısından aynı oranda memnuniyet duyulmadığını görmekteyiz.
Özellikle son yıllarda eğitime genel bütçeden ayrılan payın artmasına ve eğitimin nicelik sorununun çözümünde büyük yol kat edilmesine rağmen bu memnuniyetsizlik daha da artarak birçok boyutuyla devam etmektedir. Eğitime toplumun bütün katmanlarının gerekli değeri vermesine ve devletin de eğitimde nicelik ve parasal sorununu çözmek için birçok yeniliğe başvurmasına rağmen neden fazla bir yol alınamamaktadır? Eğitim sistemi neden toplumsal beklentileri karşılayamamaktadır?
İste tam bu noktada ülkenin geleceğinde söz sahibi olması gereken gençliğin yetiştirilmesinde temel anayasa gibi kabul edilen müfredat programları, muhtevası ve içeriği tartışmanın temelini oluşturmaktadır. Ülkemizin varması istenilen nokta, hedef ve ülküler ile yetişen gençlik arasında büyük uçurumlar mevcuttur. Bu durum Sayın Cumhurbaşkanımızın kendisi tarafından da defalarca ifade edilmesine rağmen maalesef halen bir mesafe alınamamıştır.
Daha net ve anlaşılır bir örnek vermek gerekirse eğitimdeki girdi ile çıktı arasında bir sorun yaşamaktayız. Mesela; ilkokul 1. sınıfa gelen ve öğretmenine hayran olan bir çocuk lise son sınıfa geldiğinde öğretmenine saygısızlık yaptığı gibi bıçak çekebilecek noktaya gelebilmektedir. Ya da bir çocuk ilkokula Müslüman olarak başlayıp ateist olarak bitiriyorsa bizim sorunu başka yerde aramamıza gerek yok. Demek ki okula kaydolan çocuk (girdi) ile çıktı arasında bir uyum problemimiz var.
Yine bu cümleden olarak memnuniyetsizliğin nedenleri ile ilgili çok sebep sayılabilir. Mesela eğitime yeni yaklaşımlar yapılırken kendi kültürümüzde yer alan "Merhamet Temelli Eğitim, başkasına yardımcı olmak gibi anlayışlar yerine, başka kültürlerden etkilenerek en yakın arkadaşını geçmek için herkesle amansızca yarışmaya girmesi gereken BAŞARI ODAKLI EĞİTİM diye bir popülist moda geliştirilmiştir. Ayrıca ÖĞRENCİ MERKEZLİ EĞİTİM diyerek ÖĞRETMENLER SAF DIŞI BIRAKILMAYA ÇALIŞILMIŞTIR. Öğrenci merkezli eğitim gibi yaklaşımlar eğitimimize bir maharetmiş gibi monte edilerek bizim kendi kültürümüzle çatışma alanları oluşturmaktadır.
Öğretmenlik yaparken sene sonlarında, bu seneki Bakanlığın gönderdiği müfredatı bitirdik diye hepimiz okul müdürünün verdiği kâğıdı imzalardık. Oysa gerçek hiç de böyle değildi. Birçok arkadaşımız gönderilen müfredatın belki yarısını bile işlemediği hâlde bitirilmiştir diye prosedürü yerine getirirdi.
Çünkü aynı sınıfta farklı zekâ düzeyine sahip çocuklarla ne kadar önüne konulan müfredatı bitirebilirsin. Bu mümkün olmadığı için herkes mecburen rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun dediği gibi “mış gibi hayatlar...” dan bir örnek olarak bizler hepsini bitirmiş gibi yapardık.
Dolayısıyla Millî eğitim sisteminin en önemli sorunlarından biri müfredat tekniği ve müfredatın nasıl bir nesil için yapıldığıdır. Müfredatın tamamı Bakanlık merkezinde belirlenmekte ve aşırı merkeziyetçi bir şekilde tartışmasız, mutlak uygulanması gereken bir anayasa gibi sunulmaktadır.
Bir ülkenin müfredatı, bu ülkenin sadece eğitime bakışını değil; aynı zamanda zihniyetini, nasıl bir birey ve toplum istendiğinin yol haritasını da ortaya koyar. Eğitimin felsefesi hedefleri, müfredat üzerinden öğrencilere aktarılır.
Geçmişte çeşitli tarihlerde ülkemizde müfredatlar da pek çok değişiklik yapılmıştır. Müfredatlar da günün koşullarına göre değişiklik yapılması normaldir ve gereklidir. Bu yüzden müfredatlar dinamik olmalı fakat ideolojik olmamalıdır. İdeolojik olduğu zaman gerçekçiliğini ve bilimselliğini koruyamaz.
Gelişmelere göre ve yeni eğitim paradigması ile hazırlanan müfredat maalesef işin uygulayıcı kısmında bulunan yönetici ve öğretmenlere eski yöntemlerle anlatılarak eğitimin esas iş görenlerinin dönüşümü sağlanamamıştır.
Bu durum, okula ve öğretmene sürecin sadece uygulayıcı olarak rol biçtiği öğretmeni pasifleştirmektedir. Oysa sistemin etkili olabilmesi için okul yönetici ve öğretmenlerinin özgün görüşlerini süreçlere katması, kendilerini geliştirmesi, inisiyatif almaları, okulda değişim ve yenilik yapmaları gerekir.
Öte yandan eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmen profili ile Millî eğitim Bakanlığının istediği öğretmen profili arasında tam bir uyum da bulunmamaktadır. Eğitimde geniş tabanlı eğitim gibi özünde bizim kültürel anlayışımızla entegre olmayan/olamayan yöntemler denenmektedir.
Ülkemizin çeşitli yörelerinde farklı kültürler ve inançlar olması aynı zamanda bir zenginlik göstergesidir. Bu nedenle yerel bazı anlayışlar ve kültürel uygulamalara da arada fırsat tanımak gerektiğini düşünüyorum.
Müfredatın tek olması herkesin tek tip eğitimden geçme/ geçirilme isteği, öğrencilerin kişisel özelliklerini geliştirememelerine de neden olmaktadır. Nitekim halk tarafından kabul edilen "Bu çocuk okula gittikten sonra daha çok geriledi" anlayışının ardında yatan sebebin farklı mizaçtaki insanların hepsine aynı müfredat eğitim anlayışının dayatılması olduğunu söyleyebiliriz.
Eğitimde nitelik sorununun çözümünde mesafe kat eden ülkelerde öğrencilerin merakına bireysel farklılıklarına ve yaratıcılıklarına daha fazla katkıda bulunulmaktadır. Zira öğrencilerin bireysel farklılıkları eğitim ihtiyaçlarında da farklı yönelimler oluşturmaktadır. Şu anda var olan müfredat ve zorunlu dersler bireysel gereksinimlerinin karşılanmasına cevap niteliğinde değildir. Torna makinesinden çıkarılan, birbirleri arasında farklılıkları olmayan, rejimin vermek istediğinden farklı düşünemeyen tek tip bireyler yetiştirmek amaçlanmaktadır.
Farklı düşünmeyen matematik öğretiminde daha fazlasına ihtiyaç duyan üstün yetenekli öğrenci ile sıfır düzeye sahip öğrenci aynı seviyede değerlendirilmektedir. Dolayısıyla farklı düşünceye sahip sanatçı ve zanaatkârlar yetişmemektedir.
Bunların sonucunda eğitimde uluslararası sınavlarda istenilen başarılar elde edilemezken bir de öğrencilerin üst sınıfa gerekli bilgi ve becerileri kazanmadan geçtiği görülmektedir.
Eğitim müfredatının temel sıkıntılarından biri de her şeyin ders kitaplarında toplanması ve ders saatinde anlatılmaya çalışılmasıdır. Müfredat; söylenip yazılacak değil, yapıp yaşanacak bir müfredat olmalıdır. Program buna göre düzenlenmelidir.
Öğrencilerde, istenen temel değerlerin oluşmasında ders kitaplarının çok fazla bir katkısının olduğu düşünülmektedir ki ben o kanaatte değilim. Eğer birtakım değerler öğrencilere kazandırılacaksa bu değerler okuldaki ve ildeki kanaat önderlerinden de istifade edildiği kurum kültürü içerisinde yapılmalıdır.
Zaten devlet tarafından bedava kitap dağıtılmasının da (ilk zamanlar belki çok güzel bir uygulama olabilir) şu an için çok doğru bir uygulama olmadığını düşünüyorum. Çünkü devlet tarafından verilen kitaplar genellikle kullanılmamakta, resmî ve özel her kurum diğer farklı kaynaklardan istifade etmektedir.
Ülkemiz genç nüfusunun diğer ülkelerinkine oranla daha fazla olmasına rağmen istenen sayıda sporcu, sanatçı, bilim adamı yetişmiyor. Bunun yanı sıra her yıl meslek liselerinden ve üniversitelerin mesleki teknik bölümlerinden yüz binlerce öğrenci mezun oluyor. Bütün bunlara rağmen iş sektöründe, sanayinin nitelikli eleman bulamıyoruz serzenişleri de bu memnuniyetsizliklere örnek verilebilir.
Yazının sonunda sizlerle espri niteliğinde bir şey de paylaşmak istiyorum. Sultan Abdülhamid 1876'da 1. Meşrutiyeti ve Kanuni Esasi ilan ettikten bir sonra Kanuni Esasi’yi askıya almış, Meclisi Mebusan’ı da feshetmiştir. Ancak (son okuduğum Tahsin Paşa'nın hatıralarında gördüğüm kadarıyla) o dönem kim bir kitap yazarsa yazsın kitabın başına mutlaka, Kanuni Esasi yürürlükte olmamasına rağmen, Kanuni Esasi'nin metnini koyarmış. Koymazsa padişahtan çekinir, başına bir sıkıntı geleceğini düşünürmüş.
Şimdi buradan yola çıkarak günümüzde de ilgili ilgisiz her kitabın başına hep aynı resimleri ve metinleri koymak bana o günleri hatırlatıyor.
Sonuç olarak şunu söylemek isterim ki bize giydirilmek istenen bu elbise anlayışımıza, kültürümüze, ülkemize dar gelmektedir. Bu nedenle müfredatlar kendi kültür anlayışımıza göre yeniden belirlenmeli; rahmetli Nurettin Topçu'nun dediği gibi, ilköğretimin gayesi kalbin terbiyesi, ortaöğretimin gayesi aklın terbiyesi, yükseköğretimde ise amaç ihtisaslaşma olmalıdır. Bizler bir bardak suya ihtiyacı olan çocuğa itfaiye hortumu ile su vermekteyiz. Eğitim bir vazoyu suyla doldurmak değil, bir çiçeğe büyüyebilmesi için kendi ihtiyacı olan suyu verebilmek, ona yardımcı olmaktır. Mesela okullar herhangi bir vesileyle kar, soğuk tatili olduğu zaman öğrenciler seviniyor mu? üzülüyor mu. ona bakmak lazım. Genelde öğrencilerin tatillerde seviniyorlar. Bunun anlamı öğrencilere okulu sevdiremiyoruz. Neden. Çünkü her yıl her şeyi tekrar tekrar vererek çocuğun farklı bir şey öğrenmesi ilerlemesi sağlanamadığından çocuk da okula gitmeyi sevmiyor. Bu nedenle klasik tek tip müfredat anlayışı şeklinde değil, her öğrencinin kabiliyetine göre uygulanabilecek esnek bir müfredat olmalıdır.
Gerçi bir önceki yazımda belirttiğim gibi eğitimin birçok bileşeninden en önemlisi olan öğretmeni idealist yetiştirebilirsek bu idealist öğretmenler müfredatı da öğrencinin kapasitesine ve ülkenin ihtiyacına göre güncelleyebilir.