Öfke, gazap veya sinirlenmek, kişinin kendi hâkimiyetini yitirerek, kendisine veya başkalarına zarar verebilecek duruma dönüşmesidir. Öfke, ana ve babadan, eş ve kardeşten, evladından, dostlarından ayıran, hatta katil bile yapabilen bir afettir.
Öfke kontrol edilmediğinde ortaya çıkan zararlar, sadece öfke davranışını sergileyenle sınırlı kalmaz. Öfkenin sonuçları, kendisi kadar kişinin etrafındakileri de etkiler. Öfke, insanın heyecanlanmasına, sözlü ya da fiili taşkınlık yapmasına yol açar. (1)
Öfke, kısa süreli delilik olarak tanımlanabilmektedir. Çünkü öfke, akıl kontrolünün belli bir süre yok olmasıdır.
Öfke; engellenme, saldırıya uğrama, tehdit edilme, yoksun bırakılma, kısıtlanma gibi durumlarda hissedilen ve genellikle neden olan şeye veya kişiye yönelik saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen oldukça yoğun negatif bir duygudur.
Yazılı ve görsel medyada yer alan haberler ve yaşadığımız çevrede bizzat tanık olduğumuz hadiselere baktığımızda, her geçen gün artan olayların temelinde bir anlık öfkeye dayalı refleks tepkiler, belki daha vahimi olan, anlık tepki verilmeyen ancak daha planlı, daha korkunç neticelere yönelen intikam noktasında yaşanan daha elim hadiseler…
İzledikleri veya tanık oldukları sürecin tesirinde çocuklarımızda bile her geçen gün artan “ÖFKE” halinin yansımaları insanı korkutmalı aslında…
Öfke hissi, insanda, kontrolsüz kaldığında, gözü dönmüş bir cani, dünyalık beklentilerin peşinde çağdaş Firavun’a dönüştürebilir.
Eğer, bu öfke hissi, kontrol altında tutulabilir, dünyalık bekletilerin ötesinde hedefe yönelmede, motivasyon kaynağı olarak denetlenebilir, vatan, millet, devlet, bayrak hassasiyetlerine dönük, Allah’ın rızasına yönelmede denge unsuru olarak kullanılabilir, vicdan mekanizmasının kontrolünde yönetilebilir ise sonuç bir başka olabilir…
Ancak, kontrolsüz öfkenin tesirinde kalan çocukların, yetişkinlerin tepkileri en yakın çevrelerindekinden başlayarak dışarıya devam etmekte. Aile içi şiddete baktığımız zaman; anasını, babasını, bir ömrü paylaştığı eşini, karnındaki evladı ile defalarca bıçaklayacak kadar kendini kaybeden insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Okuduğumuz, duyduğumuz veya bizzat tanık olduğumuz hadiselerin her geçen gündeki artış yüzde oranları dikkate değer…
Aile içinde öfkeli yaşayan birey, çalıştığı kurumda da çevresine yansıtmakta, kurumlara yansıyan tepkilerin geniş toplum katmanlarına da tesir ederken, çalışılan kurumlardan daha geniş örgütler bazında da yansımaları olmaktadır.
Ülke geneline yansıyabilecek değişkenlerin de bu gergin, öfkeli bireylerin tepkileri ile daha farklı boyutlara ulaşma riski göz ardı edilmemeli...
Oysa; Hz. Peygamber; “"Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır,…” demektedir. Şeytanın tesirinde, öfkenin esiri olmaktan kurtuluş, Allah (c.c.) yolunda teslim olmakla sükunet bulur.
Allah (c.c); “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i İmran suresi 3/134) der.
Öfkeyi yenmek ilk aşamadır. Ancak tek başına yeterli değildir. İnsan bazen, hınç almak ve şiddetli kin beslemek için öfkesini yutabilir. Bu durumda bir anlık öfke, korkunç bir intikama, dışa vurmuş bir kızgınlık, gizli bir kine dönüşür. Oysa öfke ve kızgınlık, hınç ve kine oranla daha pâk ve daha temizdir. Bu yüzden, ayeti kerime muttakîlerin ruhlarındaki, bu yenilmiş öfkenin ulaşması gereken sonucunu göstermekte ve bunun affetme, hoşgörü ve serbestlik olduğunu bildirmektedir. (Fizilali’l-Kur’an).
Yine Allah (c.c); “Musa'nın öfkesi yatışınca attığı levhaları yerden aldı. Bu levhalarda Rabblerinden korkanlar için doğru yolu gösteren, rahmet niteliğinde yazılar vardı.” (Araf 7/154.) Derken, “… öfkeyi canlı bir varlık gibi somutlaştırıyor. Bu öfke Musa üzerine çullanan ve onu harekete iten canlı bir varlık gibi tasvir ediliyor. Bu canlı varlık, ondan "el çekip" onu kendi haline terk ettiğinde, Musa kendine geliyor. Öfkesinin dürtüsü ve kendisine hâkim olması nedeniyle attığı levhaları tekrar alıyor... Sonra ayeti kerime, bu levhalarda; Rabblerinden korkan ve O'ndan sakınanlar için bir hidayet ve rahmet bulunduğunu, onların kalplerini doğru yola ilettiğini, onunla rahmete kavuştuklarını bir kere daha belirtiyor. Zaten hidayetin kendisi rahmettir. Nuru bulunmayan sapık kalpten daha bedbahtı yoktur. Hidayete ermeyen ve kesin inanca kavuşmayan başıboş ve şaşkın ruhtan daha bedbahtı düşünülemez. Allah'ın korkusu ve heybeti kalpleri hidayete açar, onları gafletten uyarır, kabul etmeye ve doğru yola hazırlar. (Fizilali’l-Kur’an).
Yine Allah (c.c); “Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.” (Enbiya 21/87). Der.
Bu surede; “Hz. Yunus Allah tarafından bir şehre peygamber olarak gönderilir. Halkı Allah'a çağırır. Halk bu çağrıya olumsuz tepki gösterir. Karşı çıkar. Bunun üzerine Hz. Yunus'un canı sıkılır öfkelenerek onları terk eder. Onları davet ederken karşı karşıya kaldığı zorluklara sabretmez. Ve yüce Allah'ın yeryüzünü ona dar etmeyeceğini sanır. Yeryüzü geniştir, şehirleri çoktur. Yeryüzünde birçok millet yaşamaktadır. Bunlar davete olumsuz tepki gösterip karşı çıkıyorlarsa, yüce Allah onu bir diğer topluma gönderecektir diye düşünür. "Bizim kendisini sıkıntıya uğratmayacağımızı sanmıştı." Yani "onu sıkmayacağımızı sanmıştı" sözünün anlamı budur.
Hz. Yunus'u -selâm üzerine olsun- kabaran öfkesi, boğulacak gibi artan can sıkıntısı, bir deniz kıyısına sürüklemişti. Orada demirlenmiş bir gemi bulur ve biner gemiye. Az sonra yükünün ağırlığından dolayı gemi batacak gibi olur. Bunun üzerine geminin tayfaları "diğer yolcuların boğulmaktan kurtulmaları için içlerinden birini denize atmaktan başka seçenek yoktur" derler. Kura çekerler, kura Hz. Yunus'a çıkar. Tutup atarlar veya kendisi atlar. Bu sırada bir balık tarafından yutulur. Böylece sıkıntısı kat kat artar, dayanılmaz bir sıkıntıya düşer. Karanlıklar içindeyken, balığın karnındayken, denizin ve gecenin karanlıkları içindeyken, "Senden başka ilah yoktur, sen her türlü noksanlıktan münezzehsin, ben gerçekten bir zalim oldum" diye Rabb'ine seslenmişti. Yüce Allah hemen duasına karşılık vermiş, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmıştı.
Kuşkusuz yüce Allah'ın Hz. Yunus'a yönelik rahmeti ve karanlıklar içinde pişmanlığını dile getirdiği duasına olumlu karşılık vermesi mü'minler için bir müjde niteliğindedir. (Fizilali’l-Kur’an).
Bu açıdan; bireysel bazda yaşadığımız öfkenin yarattığı cinnet halimizle aile içindeki birlik ve beraberliği kaybederken, ailede ayrışma, aile içi artan şiddet, aile içinde başlayan, yakın uzak akrabalara da yansıyan cinayetlere kadar uzanabilmekte, uzun yıllara yayılan kan davalarını başlattığını,
Öfkeli fertlerin yaşadığı toplumda da tahammül sınırları daralmış olan insanların, ait oldukları veya kendilerini ait olduklarını zannettikleri, bir başka yönüyle de yalnızlıklarını aşmak amaçlı bir gruba ait olmak yönündeki arayışlarının yansıması dahilinde, beraber oldukları grupların normlarına uymak zorunda oldukları zannı ile sebebini dahi tam anlamadıkları nedenlerle, bulundukları grupla karşıt gruplar arasında başlayan çıkar veya normlarının çakışmasından kaynaklı öfke halinin doğurduğu gerginliğin yansımalarından kaynaklanan, hızla artan şiddet, terör bir anda toplumsal cinnete dönüşebilir.
Toplumsal cinnetin sadece refleks tepki yerine planlı ve intikam odaklı davranışlara dönüşme riski dahilinde kontrolsüz gelişen hadiselerin ulaşabileceği boyutlar ve bu risklerin hızlı artışının doğurabileceği sonuçlarının, artma ihtimali yükselirken, vatandaşlarımız arasında yayılan terör çatışmalarının, toplumsal ayrışmada onarılması çok daha zor olan ayrışma riskleriyle topluma, toplum liderleri olan kanaat önerlerine önemli mesajlar verdiğini düşünüyoruz.
Bu açıdan baktığımızda; toplumun gerek siyasi temsilcilerine, gerekse kanaat önderlerine öncelikli olmak üzere, her bir ferdine, önce bireysel, sonra toplumda yaşanan öfkenin kontrolünde başarı sağlanması yönünde görev düşmektedir.
Ailede ve toplumsal yapımızda huzuru, birlik ve beraberliğin temini, tesisi ve bunun devamının sağlanması yönünde; bireysel ve toplumsal reflekslerimizi, tepkilerimizi ve daha korkuncu olan, planlı intikam hırsına dönebilen kızgınlığımızı, öfke halimizi kontrol altına almak, bir ve beraber yaşama yönünde kendimizi ve karşımızdaki her bir ferdi, “yaratılanların en şereflisi olduğu farkındalığı içinde,” şartsız kabul ederek, bireysel ve toplumsal farklılıkların zenginliğini yaşama yönünde imani feraset içerisinde, ortak değerlerimizin tebliği yönünde çalışmak gerek.
Elbette, bu samimi gayretin sonucunun ise Allah’ın (c.c.) elinde olacağı kabul noktasına ulaşmaktır.
Rabbim (c.c.) öfkemizi doğru yönetebilmemizi, onun esiri olmamamızı nasip etmesi yönünde en kalbi dualarımızla…
--------------
(1) http://www.unyemuftulugu.gov.tr/haber_detay.asp?haberID=575