Değerli okuyucularım; geçen hafta “Millî Eğitim Bakanlığı’nın, hatta tüm kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilatlarında yönetici olmak isteyenlere” yönelik tecrübe aktarımlarımı içeren yazım için oldukça güzel geri dönüşler oldu. Bu yazımda da aynı konuda tecrübe aktarımına devam edeceğim. Ancak bahsi geçen yazımla ilgili olarak arkadaşlarım ve okuyucularımdan gelen bazı yorumlara değindikten sonra yeni tecrübe aktarımlarına devam edeceğim.
Okuyucularımızdan bazıları, yazıda ele aldığım konuları ve verdiğim örnekleri daha açık yazmam hususunda ricada bulundular. “Hocam, bunun her biri ayrı bir makale konusu; dolayısıyla daha açık ve uzun anlatılırsa daha çok istifade ederiz.” diyenlerin sayısı oldukça fazla. Elbette haklılar. Ancak, mevcut hâliyle yazımızın çok uzun olduğuna dair eleştiriler de almadık değil. Bu yazımı kısa tutmak için mukaddime kısmından sonra birkaç yeni konuya dikkat çekmek istiyorum.
“Hocam fincancı katırlarını ürkütmeyin, başınıza sıkıntılar almayın.” diye dönüş yapan dostlarım da oldu. Dikkat ederseniz olumsuz örnekler ile ilgili hiç isim vermiyorum, hatta ima bile etmiyorum. Ancak örnek olumlu ise isim veriyorum. Yayınlanan makalemize dönüş yapıp olumlu görüş bildirenlerin çokluğundan anlıyorum ki, bizzat yönetici arkadaşların alanda karşılaştığı problemleri tarif ederek yaşanmış olayları gözler önüne serdiğimiz için yazımız bu kadar çok ilgi görmüştür.
Bu arada “Yazınızda özel şirketlerle ilgili notlar da olsaydı.” diyen okuyucularımız da oldu. Şirket yönetimi ile ilgili o kadar çok yazı yazan yetkin isimler var ki, bu konuda benden ziyade onların yazılarını takip etmekte fayda var. Ben hem eğitim camiası ile ilgili hem de bizzat yöneticiliğim sürecinde yaşadığım olaylardan hareketle konuları dile getirmek istiyorum. Bu yöntemin faydalı olacağına da inanıyorum. Ancak üniversitelerimizin iktisat ve işletme bölümünde profesör ve doçent olarak görev yapan kıymetli öğretim üyelerinden bazı değerli dostlarım; “Hocam, biz bu yazınızı öğrencilerimize okuyacağız ve dağıtacağız.” diye söylediler. Bir öğretim üyesi dostumuz da “Bu makale, tam kamu yönetimi bölümündeki arkadaşların okuyacağı bir yazı olmuş.” diye görüşlerini belirtenlerde oldu
Bazı dostlarımız da “Hocam, Bakanlığımızın (MEB) merkez teşkilatıyla ilgili bazı şeyleri de (artık neyse onlar?) yazsaydınız.” demişler. Ben, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne kadar yükseldim. Süreçte kendi yaşadığım tecrübeler daha etkileyici olacağı için yazdım. Duyumlarla yazdığınız aktarımlar bazen yanlış sonuç ve anlaşılmalara yol açabilir. Sui-zan da olabilir. Sizlerle paylaştığım tecrübelerimden bürokrasinin ya da devletin her alanında da istifade edilebilir diye düşünüyorum. Ancak Bakanlık merkeziyle bizzat yakından yaşadığım tecrübeler de az değil. Onlar da notlarımın arasında. İnşallah ileride yazmaya gayret edeceğim.
Bazı okuyucu dostlarımız ise yazımda yer yer avam (halk) dili kullandığımızı söylemiş. Keşke onlar olmasaydı demiş ki doğrudur. Ancak yazıda çok da akademik bir dil kullanmak istemedim. Konuları dil ve üslup bakımından bu şekilde ele almam, özellikle ders anlatan hocanın sınıf sıkılmasın diye araya fıkra anlatması ya da “tam yerine rast geldi, manzara koyduk” anlayışı olarak düşünülebilir.
Bir okuyucu dostumuz da “Hocam, bunu valiler de okuyor, dikkat edin.” demişler. Doğrudur ama benim maksadım üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Bu yazıları kaleme almamın sebebi biraz da herkesin kendi payına düşeni almasıdır. Çünkü sayın mülki amirlerimizin en çok beraber çalıştığı kişilerden birisi Millî Eğitim Müdürleridir. Belki biraz empati yaparak astları olan Millî Eğitim Müdürlerinin içinde bulundukları durumun bizler tarafından üstlerimize aktarılması gibi düşünülebilir. Çünkü halen ast-üst ilişkisi içinde olanlar birbirlerine mesafeli durmak isteğinden dolayı bu yazdıklarım onlara ulaşmayabilir.
Sonuçta önemli olan daha iyi yönetim, daha güzel iletişim ve sonuç olarak ülkemizi müreffeh ve yaşanabilir hâle getirmek. Malumunuz, makamlar geçici ve mahkeme kadıya mülk değil... Hepimiz bir gün bulunduğumuz makamları bir şekilde terk edip gideceğiz. Biz, yazılarımızın biraz da suya sabuna dokunmasını istedik yoksa klasik yönetim yazıları çok var. Anladığım kadarıyla okuyucularımdan gelen olumlu veya olumsuz her tepki beni daha güzel yazı yazmaya da teşvik edecek. İlgi gösteren herkese teşekkür ediyorum.
Daha önce konu ile ilgili on iki madde yazmıştım. Şimdi biz yine yönetim tavsiyelerine kaldığımız yerden devam edelim.
13. MAKAMI TEMSİL
Değerli yönetici arkadaşlar; siz bulunduğunuz makamda çok önemli bir kesimi yani Türkiye'de herkesi yetiştiren, herkesin onların elinden geçtiği bölgenizdeki on binlerce öğretmeni temsil ediyorsunuz. Öncelikle makamı temsil edecek şekilde ağır ve vakur durmanız lazım ancak bu kendinizi kasmanızı gerektirmez. Ayrıca kıyafetlerimize mümkün mertebe dikkat etmemiz gerekiyor. Çok pahalı, dikkat çekici, bol aksesuarlı elbiseler giyerek herkesin dikkatini çekmeye gerek olmadığı gibi döküntü olmak da doğru değil. Biliyorsunuz güzel olan mutedil olmaktır. Her şeyin hayırlısı orta olanıdır. Misalen, kravat takmadan da uyumlu bir giyim olabilir ama kot pantolon ve kazak, spor/resimli bir tişört ile dairede görev yapmak temsile zarar verir.
14. PROTOKOL KURALLARI
Protokol kurallarını iyi öğrenmek ve bilmekte çok fayda var, mutlaka öğrenin. Bu konuyla ilgili yazılmış hem güzel kitaplar var hem de konuyu güzel anlatan işin uzmanı tecrübeli kişiler var. Ancak protokol kurallarını uygulayacağım diye takıntılı da olmayın. Unutmayın, yapılacak her toplantıda mutlaka bir protokol krizi (ya oturma düzeninde ya konuşma sıralamasında vs.) çıkabilir. Bazen protokol kurallarını çok sıkı uygulamak da insanları sıkabilir. Protokol konusunda rahat olun ama kayıtsız da kalmayın. Yöneticilikte protokol kavgaları hiçbir zaman bitmez.
Ben nerede oturacağım? Sen nerede oturacaksın? gibi mutlaka her toplantıda, her yapılan faaliyette protokol krizi çıkaranlar olabilir. Önemli olan bunu önceden tahmin edip en aza indirmenin yollarına ve yöntemlerle bakmak lazım.
Mesela Özellikle küçük illerde (İstanbul, Ankara, İzmir dışında diğer illerin hepsinin adı Büyükşehir olsa da, bu manada küçük sayıyorum.) her ilin protokol listesi var, kanaat önderi var, gizli, gözükmeyen şehrin ileri gelen baronları var. Bu durumdaki herkes, kendilerini önemli görür ve en önde gözükmek isterler. Toplantılara gelirler ve bazen de geç gelirler. Bu gibi durumlar genelde krize yol açabilir.
15. KONUŞMA YAPMAK
Konuşmacı olarak kürsüye çıkarsanız kendinizi rahat bırakın. Sakın kâğıttan okumayın fakat konuşacağınız konu başlıklarını da mutlaka bir kâğıda yazın. Yani en fazla konu başlıklarını not alabilirsiniz. Konuşmanın genelini ana hatlarıyla hafızanıza kodlarsanız daha iyi olur. Heyecanlanmayın zaten onlar sizi dinlemek için oradalar. O anda siz kendinizi psikolojik olarak konuyu en iyi bilen gibi görün ki rahat konuşabilesiniz. Ama sakın konuşmanızı uzatmayın. Kısa, öz, mesajlı olsun. Beylik, bilinen, hep tekrar edilen cümle ve kelimelerden kaçınmaya çalışın.
En büyük protokol krizlerinden birisi de konuşma yapmaya başlarken yaptığınız hitabet sırasında çıkar. Normalde protokol kuralları gereği orada makam olarak en yüksek olana hitap ederek başlanır. Mesela: Sayın Valim, değerli konuklar; Sayın Bakanım, değerli konuklar gibi… Ancak orada belediye başkanı varken onu söylemeden olmaz. Onu söyledikten sonra artık diğer protokolü de söylemek icap eder… Dolayısıyla artık sayın… sayın… sayın… Saymakla bitmez. İşte burada çok da sayın’a boğmadan işin içinden çıkmayı bilmek lazım
16. FIRSAT ELDE İKEN
Değerli yönetici arkadaşlar; makama gelen arkadaşların arkasından “diğerlerini unuttuğu, kimseye dönüp bakmadığı” gibi pek çok şikâyetler çok duyarız. Bu nedenle bir makama geldiğinizde eğer fırsatınız varsa etrafınızdaki o makama layık kimseleri değerlendirmeye çalışın. Görmemezlikten gelmeyin. Yoksa birileri çıkar, çeşitli etkenlerle hiç iş bilmeyen birisini getirir. Bazı insanlar için şöyle söylenir: Geldi ama hiç kimsenin bir derdine derman olmuyor vb. gibi.
Eskilerden irfan ve muhtemelen tecrübe sahibi bir zat şöyle anlamlı bir dörtlük söylemiş:
“Başta devlet, dilde himmet, elde fırsat var iken.
Tut elinden düşmüşlerin, sana saadet yâr iken.
Kimseye baki değildir, mülk-ü devlet sim ü zer.
Bir harap olmuş gönlü tamir etmektir hüner!”
Makalenin uzamaması için burada bitirelim. Sonraki yazılarımda konuya devam edeceğim. Olumlu, olumsuz manada dönüşleriniz bize katkı yapacak, fayda sağlayacaktır.
MUSTAFA ALTINSOY KİMDİR: İlkokulu Erzurum’da, ortaokul ve liseyi İstanbul’da okudu. Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesinden mezun oldu. İşletme Fakültesinde, Yönetim ve Organizasyon alanında Yüksek Lisans yaptı. Birkaç farklı alanda ticaretle uğraştı. Millî Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. Manisa, Sivas, Adana İl Millî Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulundu.