Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkan, kısa sürede dünyayı şoke eden, tam anlaşılamadan, çok ksa bir zaman aralığında küreselleşmenin kaçınılmazlıkları dahilinde hızlı bir şekilde yayıldı.
Türkiye’de 11 Mart 2020 tarihinde görülen ve ilk ölüm hadisesinin 18 Mart’ta gerçekleşen Kovid-19’la ilgili Koronavirüs Bilim Kurulu tarafından öngörülen rasyonel tedbirler sırayla alırken, nisan ayı başlarında dünyada 200’ün üzerinde, birçok ülkede etkili olmuş, küresel tehdit derinliği açısından da DSÖ tarafından Pandemi ilan edilmişti.
İstikbalde tarih yazarlarının, tarihi devirler sınıflandırmasında; Koronavirüs öncesi, Koronavirüs sonrası şeklinde, farklı bir taksonominin konuşulacağı, akademik literatüre girecek kadar küresel etkisi büyük olan bir süreci yaşamaya devam ediyoruz.
Bu süreçte çok can yandı. Hazır olmayan dünya ağır bedeller ödedi. Ödenen bedeller, kültürel etkilenmişlikleri de beraberinde yaşantımıza soktu bir anda…
Komplo teorisyenleri diye tanımlanan ilim ehli insanlar yorumlarında; dünyanın farklı bir mecraya sürüklendiğini, dijital dünyaya yönelen evrimin yönetilme sürecinin olası tesirlerini tartıştıkları gibi…
Tartışmaların odağında; Ulus devletlerin istikballerinin tartışılacağı, insanların mili ve manevi değerlerinden hızla koparken, sosyal uyma davranışının kazanıldığı, ilerisi için “hacklenmeye” hazır insana dönüşümün gibi bir sürecin yaşandığı, satır arası tespitlerdi…
Dijital dönüşüm çalışmalarına hız verildiği, koronavirüs salgınının ardından deri altına yerleştirilen çiplerde artış olacağını belirtiyor, İsveç'te, deri altına yerleştirilen çiplere olan ilginin her geçen gün artığı, geçtiğimiz yıl ülkede çip kullananların sayısı üç bine, günümüzde ise bu rakamın dört binlere ulaştığı haberleri basına yansımaktaydı.
Bu süreçte çok ağır bedelleri bizler de ödedik.
Yiten canların hüznünü, cenazesine katılamamanın, taziyesine oturamamanın psikolojisi ile üzüntümüzü dahi yaşayamamanın donukluğuyla, ağır bedeler ödedik, ödüyoruz…
Bizi biz kılan, yaşarken kazandığımız ve hayat adına öğrendiğimiz bütün ezberler bozuldu;
Değerlerimizden hızla koparken, farkında olmadan bireysel kaygılar nedenli, yeni değerler kazanmaya başladık.
Virüs bulaşmasının engellenmesi amaçlı dışarı çıkışın yasaklanacağı açıklamasını müteakip, Panik davranışın yansıması dâhilinde, mantıki açıklaması da olmayan noktada şirazeden çıkışı, market yağması da denebilecek türden birbiriyle kavgaya da dönüşen kontrolsüzlüğün bedellerini de yaşadık.
İslam aleminin kıblesi “KABE” ziyarete kapandı, umreler bitti…
Pandemik gerçeklerin zorlayıcılığıyla, camiler kapanırken, Cuma namazları kılınması salgın sonrasına ertelendi.
İdrak ettiğimiz Ramazan-ı Şerif alıştığımız Ramazan rutinlerini yaşamaktan uzak kalınmaya başlandı. İnsanlar arasında musafaha biterken, kalbi selamla yetinmeye başlandı…
Eğitimde uzaktan erişim suretiyle farklı bir sürece evrildi. Değerler Eğitiminin, sosyal bir öğrenme olduğu, sosyal öğrenmelerin de modellemeler suretiyle kazanılması yönü göz önünde bulundurduğumuzda, uzaktan erişimle yaşanan eğitim sürecinde “Değerler Eğitimi” hedef ve kazanımlarının nasıl sağlanacağının da çözüm bekleyen sorun olduğunu düşünüyoruz.
Amacımız, satırlara sığmayacak kadar çok olan olumsuzlukları sıralamak değil elbette… Bir başka bakış açısından; az bir dünyalık beklenti dahilinde “RİYA” ekseninde yaşamayı içselleştiren insanlığın, ödediği bedel değil mi?
Yaşadığımız mağduriyetlerimizin sebebi; Her namazda okunan Fatiha suresinde “…“İyyake na’budu ve iyyake neste’in” (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Derken, uygulamada, hayattaki karşılığı olarak, az bir dünyalık beklenti ekseninde, masa, koltuk, kanepe misali, “KULDAN” isteme şekline dönüşmesinin getirdiği bozulmamızın bedeli olamaz mı?
Ödediğimiz bedeller, bunca olumsuzluklar yanı sıra, kazandıklarımız da yok mu diye düşünüyorum…
“Egolarımız tavan yapmıştı. Beş dakika sonrasına garantisi olmayan ölümlü/fani varlıklar olduğumuzu, mikroskopla büyütülerek ancak görülebilen minik bir mikroba mağlup olabileceğimizi unutmuştuk.” (Kesriklioğlu, Z., 2020). Bu süreci yaşarken, uyandığımız her yeni günde acziyetimizi fark ettik…
Furkan Sûresi 77. ayetinde: “Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin?” (Ey müşrikler!) Fakat (siz Resûlümü) gerçekten yalanladınız; öyle ise (azab) ileride (üzerinize) şart olacaktır.” Ayet hükmünü, bilgi olarak bilenlerin de hayatın gerçeğinden çıkaracak kadar unutmuş olmamızın bedeli olduğunu fark ettik, Allah’a yönelip, dua ettik.
Yaşanan kaos; küresel ölçekte, İslam karşıtlarının dahi İslam’a yönelmesine, Kur’an-ı Kerim’in okunmasına vesile oldu…
Camiler kapanırken evlerimizin mescit kılınmasına vesile olmadı mı?
Yaptığı hayrı, kameralar eşliğinde reklama dönüştürürken, bugün mahalle bakkalındaki veresiye defterini, (ecdadın izinde yürürcesine) sildiren, kimliği açıklanmayan hayır sahiplerinin sayısal artışlarının memnuniyetini yaşamaya başladık.
1326 yılında Bilecik'te vefat eden ve buraya defnedilen Şeyh Edebali'nin, Osmangazi’ye söylediği gibi “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”, Devlet millete hizmet etmekle mükelleftir. Devlet millet için vardır. Millet güçlü olursa devlet güçlü olur. Nasıl ki bir canlının yaşayabilmesi için kana ihtiyacı vardır, aynen öyle de, devletin de yaşayabilmesi için millete ihtiyacı vardır. Şeklindeki nasihatinin bugünlerde hayata geçtiğine tanıklık etmemize vesile olmadı mı?
Virüs tehdidinde olan vatandaşlarımız için uçak kaldıran Türkiye, insanlık adına, kendi vatandaşı olmayanlara da kucak açan uygulamasıyla ezberleri bozuyordu…
İsveç'in Malmö kentinde yeni tip koronavirüs (Covid-19) testi pozitif çıkmasına rağmen hastanede tedavi göremeyen ve evine gönderilen 47 yaşındaki Emrullah Gülüşken'in, kızının sosyal medyadaki seslenişine dayalı, haberdar olan Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayı, Sn. Bakan Koca’nın talimatıyla ambulans uçağıyla Türkiye'ye getirilmesi dünyada yankılandı.
İsveç basınında Ülkenin önemli gazetelerinden Aftonbladet, "İsveç'te tedavi edilmedi, Türkiye'ye ambulans uçakla götürüldü" başlığıyla duyurduğu haber, devlet-millet bütünleşmesi açısından önem taşımaktadır.
Bakan Koca’nın, Twitter'dan yaptığı paylaşımda, "Rusya’da tıp öğrencisi olan akciğer hastası Haluk Hasan Seyithanoğlu’nu ambulans uçakla ülkesine getirdik. Koronavirüs salgını sebebiyle Rusya'da ameliyatı yapılamayan kardeşimiz, Cumhurbaşkanımızın talimatıyla tedavi altına alındı. Kendisine geçmiş olsun diliyorum." İfadeleri koronvirüs sonrası hassasiyetlerinizdeki değer odaklı uygulamalar gözden kaçmayan hususlar değil mi?
Son zamanlarda; Milli bayramların kutlanmasındaki halktan kopuşu, kurumlarda yapılan temsili törenlerin, öğrencilerin alışılmış rutin gösterileriyle “KUTLADIK” şeklindeki uygulamaya dönüşen bayramlarımız; TBMM’nin 100. Yaş Günü de denebilecek mana derinliğinde; 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı, kutlama coşkusunda, statlar veya okul bahçelerini 30 dakikalık tören uygulamasından, halkın kendi iradeleriyle ve çocuklarıyla beraber yaşadıkları bir coşkuya dönüşmesi, kendi iradelerinin yansıması dahilinde, ailece hatta sanal ortam bütünlüğüne dayalı, uzaktan erişimle de olsa aynı duygu ve düşüncenin yaşanmasındaki coşkunun, evlere yansıması, “EVLERİN BAYRAM YERİ” kılınması,
Türkiye’nin dört bir yanında çocukların evde, balkonda ve bahçede hazırladıkları videolarla bayram kutlaması yapmaları,
Bayrama özel kıyafetlerini giyen ve evlerinde süslemeler yapan minik yürekler, ellerinde Türk bayraklarıyla hazırladığı görüntüleri sosyal medyada paylaşmaları gözden kaçmamalı.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın 100. Yıl Dönümünde;
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, TBMM'nin açılışının 100. Yılı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile ilgili Korona salgını nedeniyle yapılamamasından ötürü bütün Türkiye'ye yaptığı İstiklâl Marşı etkinliği çağrısı sonrası saat 21:00'de canlı yayına çıkarak çocuklarla birlikte İstiklâl Marşı'nı söylemesi, aynı coşkuyla, Türkiye’nin dört bir yanında anne ve babaların çocuklarıyla balkona, cama çıkıp, ellerinde bayraklarıyla, iştirak etmeleri hafızalarımızda yer etti…
Kolay kolay unutulamayacak bir tarih yazıldı…
Bizi biz kılan değerlerimize sahip çıkıp, yaşadıklarımıza dönük, öz değerlendirme yaparak, yine bu süreçte dolaylı da olsa yaşadığımız güzelliklerin toplumsal yansımalarını fark ederek, güzelliklerin artmasına katkı sağlayacağımız inancıyla; Bakara Suresi/216. Ayet mealinde “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. ALLAH (c.c.) bilir de siz bilmezsiniz.” Dediği mesajına inanarak, yaşadığımız salgının, şu an aklımızdan dahi geçmeyen hayırlara vesile olacağına olan inancım ile “Her Şerde Bir Hayır Vardır” diyerek, esen kalın diliyorum.