“Korkma” diye başlayan her sabah ve hafta kapanışında gururla okuduğumuz marşımız milletimizin bağımsızlık mücadelesinin en mühim nişanesidir.
(“Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı; Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.”)
1918’ de başlayıp 1923’e kadar süren çetin kurtuluş mücadelesi sürecinde askerlerin ve halkın motivasyonunu sağlamak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 500 lira ödül karşılığında ulusal marş yarışması tertiplenmiştir.
(Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.)
Yarışmaya binlerce eser gönderilmiş, ama hiç biri birinciliğe layık görülmemiştir.
Gönderilen eserler yeterli bulunmayınca dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Mehmet Akif Ersoy’dan bir eser yazmasını rica etmiştir.
Bu istek üzerine Mehmet Akif Ersoy “Kahraman Ordumuza” hitaben İstiklal Marşını kaleme almıştır.
Marş 17 Şubat’ta dönemin Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanmıştır.
12 Mart 1921 ‘de ise Meclis’te Istiklal Marşı olarak kabul edilmiş ve dönemin Milli Eğitim Bakanı tarafından okunarak ayakta alkışlanmıştır.
Mehmet Akif Ersoy, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışlamıştır.
Bütün eserlerini topladığı meşhur Safahat isimli kitabına İstiklal Marşını almamıştır.
Bunun sebebini soran gazeteciye ben bu marşı milletime armağan ettim diyerek tarihi bir cevap vermiştir.
“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab..
Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"Bu taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına.
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana..
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.”
Çanakkale şehitleri için kaleme aldığı Çanakkale Şehitleri destanı da bu ülkenin hafızasına kazıdığı eşsiz satırlarla doludur.
Bu değerli satırları ülkemize armağan eden Mehmet Akif Ersoy’a, bağımsızlık mücadelesinde yer alan tüm şehitlerimize, gazilerimize ve bu mücadeleye liderlik eden büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz şükranlar…
1935’te rahatsızlanan Mehmed Âkif, hava değişimi için bir aylığına Lübnan’a ve o sırada Fransız idaresinde bulunan Antakya’ya gitti.
Hastalığının ağırlaşması üzerine 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönen Akif; Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybetti.
Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü.
Ne acı ki mezarı ancak iki yıl sonra üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı.
Hülasa yaşarken kıymetini idrak edemediğimiz onca değerin arasına bir de ulusal bağımsızlık marşımızın müellifini de ekledik.