Burada ‘İslamcılar’la kastettiğimiz günümüz siyasal İslamcıları olmadığı gibi Osmanlı son döneminde imparatorluğun dağılmaması için ortaya atılan suni İslamcılık akımı da değildir.
Batı’nın Doğu’ya karşı bilim teknik ve sanayi de kat ettiği atılım karşısında asırların verdiği üstünlük psikolojimizle Batı’nın üstünlüğünü geç ve güç fark ettiğimiz de kısa surede bugün hala atlatamadığımız maddi manevi sosyal bir hercümerç yaşadık. Bu uzun süren korkunç bir deprem, sürekli yenilenip izleri silinemeyen bir atom bombası, dalga dalga devam eden tsunami dalgasıydı.
Toplumun can damarı din bağı asıl hasarı görendi. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı din bağıyla birbirine bağlı bir din toplumuydular. Batının üstünlüğü Osmanlı toplumunda asıl din bağını sarsmıştı. Zira gerek bizim Batıcılarımızın gerekse Batılıların iddiasıyla İslam toplumlarının Batı karşısında geri kalmalarının asıl nedeni İslam dininin kendisiydi.
Kilise’ye rağmen Batılı bilim adamlarının bilimsel çalışmaları gerçeği, din kaygısı taşımayan Batıcıları ciddi olarak etkilemiş; Batılıların onlara verdiği bu bilgiler karşısında zaman içerisinde derinden ilerleyen İslam dinine karşıtlık manevi bir atmosfer oluşturmuştu.
Kendini bir türlü yenileyemeyen ilmiye sınıfının asırların bilgilerini akılcılık dışı tekrarlara kayarak devam ettirmeleri de din karşıtı atmosferin ekmeğine yağ sürmüş ve toplumun dini bağını derinden sarsmışta sarsmış ki hala sarsıntı aynı söylemlerle maalesef devam etmekte.
Toplumu din bağından sarsan bu hercümerç karşısında dini inanç ve esaslardan taviz vermeyip olup biteni anlamaya çalışarak mevcut toplumsal yapıyı korumak adına tavır koyup fikir üretmeye çalışan Osmanlı aydınlarını ‘İslamcılar’ olarak isimlendiriyoruz.
Tanzimatla başlayan batılılaşma sürecinde İslamcı aydınlar, uzun süre batıyı ve olup biteni anlamaya çalışmışlardır. Osmanlı son dönemine gelindiğinde batılılaşmadan başka çare kalmadığını anlayan İslamcıların, bunun getirdiği sosyal hercümerci atlatmak için en son vardıkları ortak kanaat şu olmuştur: Batın bilim ve tekniğini alalım ancak ahlakını ve kültürünü tevarüs etmeyelim.
Ancak bilim ve teknik maalesef kültürüyle gelmekteydi. Bu gerçek dikkate alındığında günümüze kadar İslamcı aydın ve münevverleri, entelektüel bir fikir ortaya koyamamışlardır. Dört başı mamur aydın ve münevverler yetiştirememiştir İslamcılar. Esasta biz toplum olarak batı karşısında hiçbir kesimde dünya çapında bir entelektüel yetiştirememişizdir. Bu da büyük bir eksiğimizdir.
Toplumda etkin ve etken olma adına İslamcılar, bazıları devlet kademesinde önemli görevlerde bulunmakla birlikte Batıcılar kadar etkili olamamışlardır. Toplumun din bağına gelen saldırılar karşısında İslamcılar genelde dini ve dini değerleri savunma pozisyonunda bulunmuşlardır. Mehmet Akif’in şiirleri dikkate alında bu savunma ve koruma psikolojisi fark edilir. Dönemin ‘Dindar Aydınları’ İslam’a karşı saldırılara cevap verme uğraşısında bulunmuşlardır. Said Halim Paşa, İsmail Fenni Ertuğrul da bunu görürüz. Said Nursi de bile benzer yaklaşım söz konusudur.
İslamcıların gerektiği kadar etkin olamaması aslında onların eksikliğinden değil başta ifade ettiğiz üzere toplumsal bir depremde elbette ki çok etken olmaları da beklenemezdi. Bununla birlikte İslamcı aydınlar batı kültürü karşısında çözüm ve çare anlamında özgün bir fikirde geliştirememişlerdir. Bu tüm İslam dünyası için böyledir.
Bugün hala iki yüzyıl önceki aynı ifadelerle dine ve dini değerlere insanımızdan bazı kesimler saldırıyorsa Batının üstünlüğü ve Batı karşısında toplumsal hercümerçliğimiz devam ediyor demektir.
Dinden ayrılamayan toplumsal dinamiklerimizin doğru algılanıp okunması ve bu minval üzere batılılaşma çalışmalarımızın devam etmesi elzemdir. Hala Abdullah Cevdet mantığını korumanın topluma bir faydası olmayacağı gibi ‘batının bilim ve tekniğini alalım ancak ahlak ve kültürünü almayalım’da aynı yerde durmanın da topluma bir çaresi yoktur.