Adalet Yürüyüşü kadar ilgi çekmese de Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı Adalet Kurultayı’nın sonuç bildirgesi başat bir kavramın yokluğunun toplumda ne şekilde bir zincirleme reaksiyona sebep olduğunun altını çizmesi bakımından olumluydu.
Toplumlar da çocuklar gibidir; bünyelerinde eksik görünen kimyaları toprak yemek, su içmek sadedinde doğal yollardan kazanmak isterler. Evet; yargıda, devlette, seçimde - geçimde, inançta, eğitimde ve toplumsal yaşamda adalet yok ama bunların doğal yollardan topluma iadesi nasıl olacak? Yoksa o kelimeyle / kavramla kurulmuş partiler bile var.
Zorlukların ve sıkıntıların artmasıyla doğru orantılı olarak umutlar ve beklentiler de artar. Tıpkı 99–103 yıl önceki Büyük Savaşın enkazının 98 yıl önceki Kongrelerde ‘millî irade’ ve ‘millî egemenlik’ diyerek kaldırılması, sonrasında da önce bir hayal olarak tasarlanan Bağımsızlığın tekrar savaş meydanlarında (95 yıl önce) kazanılması gibi..
Yitirdiklerimizi anlamamız ve onları aramamız zamanlama açısından kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir. Fakat insanın fıtrat olarak tasarımında var olanlarla insanoğlunun aşama aşama kendini nasıl geliştirdiğini iyi okumak / analiz etmek lazım.
Son yılların popüler ismi Y.N.Harari’nin Sapiens ve Homodeus kitaplarında yapmaya çalıştığı şey de bu aslında. İlki tespit, ikincisi tahmin bâbında.. “Madem düşeceğimi bildin, öleceğimi de bil!” diye olası bir tepkiyle karşılaşacak olan Harariddin Hoca’nın insan (homo) tanrılaşma (deus) eğiliminde cevabı gibi..
İnsanlarla alâkalı bildiğimi zannettiğim konularda bilmediğim üzerinden gitmeyerek gözlerimi açan iki isim oldu, kitapların haricinde.. İlki 25-30’lu yaşlarda tanıdığım Recep Sarısakal: Ben empatiyi kendini başkasının yerine koymak zannederken başkasının yerine geçerek onun bakışıyla kendine ve olaylara bakmak olduğunu öğrendim ki benim için devrim niteliğindedir.
Ve ikincisi 40-45’li yaşlarda daha yakından tanıdığım Nihat Gürer! Hayatın doğal akışının doğa belgesellerindeki gibi temel ihtiyaçlar ve bunların karşılanması için mücadeleden ibaret olduğunu can alıcı örneklerle onda gördüm: Bütün canlıların beslenme, kendine bir yaşam alanı belirleme ve soyunu sürdürme gibi temel 3 insiyak Harari’nin 400’er sayfalık bilimsel kitaplarında anlatılan insanevladının onbinlerce yıllık macerasının özeti gibi...
Parçaları birleştirirsek, siyaset bu temel gereksinimlerin ve bu temel gereksinimleri meşrulaştırmak için ürettiğimiz temel kavramların / ilkelerin üzerine oturmalı. Evet, insanlara hayal de satabiliriz gerçek de; ama bir yere kadar. Evet, insanları korkuları üzerinden kavga iklimine sokabiliriz; ama uydurulmuş korkularsa işimiz zor. Evet, insanlar kendilerine hikâye anlatılmasını isterler; ama ancak tok karnına ve barınaklarında güvenlik altındayken..
Yaratıcı’nın cüzî de olsa insanoğullarına kendinden bir parça olarak yüklediği akıl ve bilinç; yine Tanrı merkezli sıfatlar olan özgürlük, adalet, eşitlik, paylaşma, dayanışma, liyakat, ehilleşmek, medenîleşmek gibi kavramları buldurdu ona. Bunları bırakamayacağımız gibi türümüzün imtihanı da bu konulardan sorularda..
Türkiye; bu doğal akış içre, bu ilahî ve insanî kavramlarla / ilkelerle 80 milyonun temel gereksinimlerini daha iyi karşılamayı, daha gerçekçi ve daha ileriye taşımayı gaye edinen yeni bir siyaset anlayışı geliştirirse önündeki 40-50 yılı kurtarabilir. Hatta 90 küsur yıl önceki gibi başka milletlere de yol / iz bırakabilir.
Yapay zekâ yüzünden III.Dünya Savaşı’nın çıkabileceğinin konuşulduğu bir dünyada Ozan Tufan’dan, Vatan Şaşmaz’dan ve Gelibolu’da içki mevzusundan çok daha farklı ve çok daha derinlikli şeyleri konuşmalıyız. Yoksa cep telefonlarından konuşa konuşa susuyor ve sosyal medyadan paylaşa paylaşa yalnızlaşıyoruz.
Ülkemiz Alev Alatlı’nın “Issız”ı gibi olmadan dişil toplumumuzu eril topluma dönüştürecek trafo insanlara ihtiyacımız var. 1 asır önce bir adamdı bu, belki de şimdi bir kadın..