Gönül dağında Gedelli Kahvesi'nin sahibi olan Kellerin Rıfat, ama olan nişanlısı Meryem’in gözünü açtırdıktan sonra Meryem tarafından terk edilince, insana dair ezberleri bozan repliği ile “İnsan insan derler dayı, insan nedir bildin mi sen?” sadece gönüllere dokunmadı… Derin izler bırakırken, zihinleri derinden sarsarken, insanın kalbi yüreği gönlü oldu bir anda…
Diziyi izlerken, aynı soruyu kendine sormamak elde mi? “İnsan insan derler dayı, insan nedir bildin mi sen?”
Bir önceki yazımızda da bu soru ekseninde eğitimi sorgulamış, ciddi bir öz değerlendirme yapılması gereğine dikkat çekmiştik…
Sahi insan nedir?
İnsan Kimdir?
Bu soru, felsefenin problemi sanırım… Mark Twain “İnsan Nedir?” sorusunun tartışıldığı kitabında da Sokratik bir diyaloga şahit oluyoruz…
Bir başka açıdan bakıldığında da “ insan” nisyan ile malul denir ya… İnsan unutandır… Neyi unutur, neden unutur sorusu tartışılmadan genel kabul dairesinde kabullenilir bir anda…
Gerçekten, İnsan neyi unutur, neden unutur? Düşünülmesi gerekmiyor mu?
Evet, yüce yaratıcı insanı yaratırken, onun unutan yönünü de yaratmış. Bu yönü, yaratılışın ana ekseni olan imtihanın da odağındadır.
Kur’an İnsanı, insanın yaratılışını aktarıp, onu tamımlarken;
“Beşer” ve “İnsan” kavramlarını kullanır.
İnsanın yaratılışından söz eden ayetler göz önüne alındığında;
1 - İnsanın maddesel yanı,
2 - İnsanın ruhsal yanı olmak üzere iki başlıkta mütalaa edilebilir.
Kur’an’da “beşer” kelimesi, daha çok kişinin maddi yapısını, “insan” kelimesi ise maddi ve manevi yapısını birlikte ifade için kullandığı söylenebilir.
Bir gün Rabbin (Sahibin) meleklere şöyle dedi: “Balçıktan bir beşer yaratıyorum, Organlarını tamamlayıp içine ruhumdan üfleyince ona secdeye kapanın.” (Sad 38/71-72)
Ölümlü bir varlık olarak yaratılmış olmamız da biyolojik yapımızla ilişkilidir. Allah (c.c.) bu gerçeği ifade ederken “beşer” kavramını kullanmaktadır:
“Senden öncekilerden hiçbir beşeri ölümsüz yapmadık. Sen ölsen onlar ölümsüzleşecekler mi?” (Enbiyâ, 21/34)
“De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin…” (Fussılet 41/6)
Maddi olarak yaratılan “beşer”, kendine üflenen ruh sayesinde dinleme ve gözlem yapma yoluyla yeni bilgilere ulaşma kabiliyetine kavuşmaktadır. Bu bilgileri aklı ile değerlendirir ama kararını gönlü ile verir.
Bu yüzden birçok insan, doğrular ile menfaatleri arasında gelgitler yaşar. Menfaatlerinden vazgeçememelerinden, çıkarları ekseninde nefsin doymazlıkları nedeniyle yanlış kararlar alırlar.
Allah (c.c.) Kur’an da yaratılışları nedeniyle yanlışa yönelebilecek olan “İNSAN”a yaptığı uyarılara dikkat edildiğinde;
“İnsan, doyumsuz yapıda yaratılmıştır. Başına bir sıkıntı gelse sızlanır. Bir nimete konsa kimseye zırnık koklatmaz. Görevlerini aksatmayanlar başkadır. (Meariç,70/44)
“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.” (Alak,96/6,7)
(Edep yerlerini) Bunlardan başkasına açanlar sınırları aşmış olurlar. Onlar, aldıkları emanetler ve üstlendikleri sorumluluklar konusunda titiz davrananlardır. Onlar şahitliklerini dosdoğru yapanlardır. Onlar namazlarını özenle sürekli kılanlardır. İşte bahçelerde ağırlanacak olanlar onlardır. (Meâric 70/19-35) (Bayındır, A.)
Allah (c.c.)
“Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına /yaratmada uyguladığı kanuna çevir. O, insanları o fıtrata göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur ama çoğu insan bunu bilmez.” (Rum 30/30) derken, insanı, yatılış özelliklerine dikkat çeker…
Fıtrat, Allah’ın insanı yaratmada uyguladığı kanundur. Bu kanun dahilinde beşeri yaratırken, ona yüklediği “DATA” ile onu insan kılar. Rum suresi 30. Âyet, bu kanunun, göklerin ve yerin yaratılışında da geçerli olduğunu zımnen bildirir:
“Ben yüzümü, doğrudan doğruya göklerin ve yerin fâtırına/ onları fıtrata göre yaratana çevirdim. Ben müşriklerden /Allah’ın yetkisini paylaştıranlardan değilim.” (En’âm 6/79)
Fırat’ın izah edildiği diğer ayetler göz önüne alındığında;
“Gök yarılmış (fıtratı bozulmuş, yıldızlar dağılmış, denizler taşırılmış, mezardakiler de çıkarılmış olunca, herkes önden ne gönderdiğini ve geride neler bıraktığını öğrenecektir” (İnfitâr 82/1-5)
“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr 82/6-8)
Bütün bu ayetlere göre fıtrat, varlıkların temel yapısını, o yapıyı oluşturan yaratılış, gelişim, değişim ilke ve kanunlarını ifade eder…
Kur’an da Allah beşerin/insanın inşa sürecinde her sapma halinde uyarıcılar ile doğru yola davet etmiş, rehber göndermiş, her an insanın her anı, denetim ve rehberlik altında yarına dönük tedbir sürecini, aktif kılmıştır.
Bu açıdan bakıldığında; “Rehberlik ve Denetimin” ilahi yönü olduğu ve bu sürecin ihmalinin, Allah’ın yaratış ve tekamül sürecine aykırı bir tavır almak şeklinde olduğu da söylenebilir.
Yine Allah (c.c.) fıtratın gereğine dönük, verdiği mesajlarında, ayetlerini hep nâsa yani çoğul halinde (toplum halinde) insana açıklamaktadır. Bu anlamda muhatap insan değil, nâs olmaktadır.
Kur'an mesajı geneldir; tüm insanların ondan nasibi vardır. Bu demektir ki her insan ondan az veya çok bir şeyler anlar. Bilgisi artırdıkça, parçaları birleştirerek, daha büyük fotoğrafa bütüncül bir anlam kazandırır, daha çok şeyi anlar. Tüm insanlara verilen mesajda, bir kast ve sınıf engelinin olmayıp, mesajın birilerine kapalı veya dokunulmaz kılınmamış en önemli yönüdür.
İnsan toplumsal bir varlık olarak alınışının önümüze açtığı pencereler; “İnsanlar iman üzere bulunan tek bir ümmet idi; sonra kimi iman etmek, kimi küfre varmak suretiyle ayrılığa düştüler de Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi. İnsanlar aralarında ayrılığa düştükleri şeyde hak üzere hükmetmek için, o peygamberlerle kitap gönderdi.
Halbuki kendilerine açık deliller geldikten sonra aralarındaki zulüm ve hasetlerinden ötürü, ihtilâfa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. Onların hak hususunda ayrılığa düştükleri şeyde, Allah, kendi izni ile (peygamberlere) iman edenleri doğru yola hidayet buyurdu (iletti). Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 213) dikkat çekicidir.
Bu ayet; insana peygamberler eliyle gönderilen mesajın, insanın bir toplum olarak ortaya çıktığı anda başladığı, ayetin meal ve tesirinde yer alan, insana insanlığa dönük verilen mesajda; "hüküm" (yargı), "mîzân" (ölçü, norm, düzen), hükmetmek (yargılamak-yönermek) "ihtilaf" (çekişme, tartışma, didişme) sözcükleri üzerinde düşünülmesi gerekmiyor mu?
Bu kavramlar, toplum haline ulaşmış insan hayatında anlam ifade ettiği ve kaçınılmazlıklara işaret ettiğini düşünüyoruz.
Peygamberlerin esas görevlerinden biri de bu kaçınılmaz düzenlemeyi kozmik-evrensel rayına oturtacak mesajları, ölçütleri getirmeleri değil mi?
Bu iki ana eksen göz önüne alındığında;
Yaratılan beşerin, insan olma vasfına dayalı, kültürel devamlılık ve hüsrana uğramaması yönünde kendine yetme, mutlu olma ve toplumsal huzura katkı sağlarken, kendi sorumluluklarının farkındalığına ulaşması, bu yönüyle de hayata hazırlamasını sağlama yönünde eğitimin temel amacı değil mi?
Sahi yazımızın başlangıcındaki soruyla devam edersek:
Sahi, “İnsan Nedir?” Bildik mi?
Eğitimdeki temel sorumluluğumuz dahilinde, temel yasada da yer alan “İyi İnsan” “Mutlu Birey” yetiştirme amacımıza dönük mevcut uygulamalarımızı yeniden sorgulamamız gerekmiyor mu?
“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitâr 82/6-8) sorusuna dönük, aldanmamızın sebepleri ekseninde öz değerlendirme yapmamız istenmiyor mu
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür
İnsan hafızasının unutkanlığı tarihi kayıtlara geçmiş bir gerçektir. Zaman zaman halk sözleri de bunun kanıtı olmaktadır: ” unutkanlık insan halidir ” , “beşer şaşar”, insan beşer kuldur şaşar” ve “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” sözlerine dikkat çekerek,
Kalite Yönetim Sisteminin geri getirildiği süreçte;
Eğitimin sadece akademiye yönelen, test ekseninde “TUTİ” (papağan) yetiştirme yanlışına saplanarak, bir nesli, test ve tost arasına sıkıştırarak, yok etmeye yönelen eğitim sistemimizdeki yanlış yönelime, biz. Biz kılan milli ve manevi değerlerden koparan, toplumsal çöküşe dur deme yönünde;
Dünden başlayan ve devam eden yaptığımız yanlışlarla yüzleşerek, “Allah’ım neydi günahım, Ben nerde yanlış yaptım” diyerek, samimi bir öz değerlendirme yaparak, yaratılışımızın “FITRATIN” gereğine dönük, eğitimimizi yeniden kurgulamak ve gerektiğini düşünüyoruz.
Selam, saygı ve dualarımla