Milli Eğitim Temel Kanunu;
Türk Milletinin (bütün fertlerini) milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven … yüceltmeye çalışan, ….. devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek, …. beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, ….. sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan …..kişiler olarak yetiştirmek……hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunma…” şeklinde;
İnsan olmanın evrensel değerlerine sahip, bireysel ve toplumsal huzur ve mutluluk ana ekseninde bir neslin yetiştirilmesi hassasiyetine dikkat çeker…
Ancak, bireysel ve toplumsal yansımalarda; yeni yetişen nesilden memnuniyetsizlik hızla artmakta, özel veya kamuda verilen eğitim mezunlarımızın tutum değer ve davranışlarının sorgulandığını, önceki yazılarımızda ifade etmiştik.
Bu satır başları şeklinde zikredilen sorgulamaların temelinde; bir toplumun çökertilmesi yönünde yaratılan tehlikelerden duyulan endişeler vardır…
Bu endişeli satır başları;
* Küresel eşkıyaların kontrolünde olan TV ve Medya (sanal, görsel, yazılı, basılı vb.) tarafından, subliminal mesajların bombardımanına maruz bırakılan, bir başka ifadeyle; okul öncesi evreden itibaren, bu yayınların tesirinde emzirilip büyütülen ruhsuz, kimliksiz ve merhametsiz, hormonlarının tatmini odağında yaşayan bir neslin yetişmesi,
* Helal ile haramın birbirine karışmasının makul gösterilip, sorumluluk zamana yüklenerek, bir başka ifadeyle “bizi biz kılan milli ve manevi değerlerimizden” uzaklaştırılması,
* Küresel eşkıyaların kontrolünde yetiştirilen, farklı özendiricilerle tesir altına alınan, TV ve Medya (sanal, görsel, yazılı, basılı vb.) marifetiyle, toplumun kanaat önderi olarak lanse edilen ve kabulünün sağlandığı kişilerin söz, söylem ve eylemleri vasıtasıyla, gerçek kanaat önderlerinin itibarsızlaştırılması suretiyle, toplumda model şahsiyetlerin erozyona uğratılması,
* Eğitimin karşılıksız çalışan neferleri olan “Öğretmenlerin” itibarsızlaştırılması suretiyle, değerlerinden kopan, topluma küsen, katkı sağlama mesuliyetinden hızla uzaklaşan, sıradanlaşan eğitimciler vasıtasıyla, toplumsal irşat kaynaklarının domura uğratılması,
* İmani hassasiyetleri ve değerlerinden (Peygamber-Kur’an) koparılmak suretiyle bidatların ve hurafelerin yaygınlaştırılarak, hakikatin perdelendiği bir topluma dönüşmesine zemin hazırlanmasıdır…
* Bizi asıl korkutan husus ise; bu endişelerimizin, günümüzde yaşanan hakikatlere dönüştüğüne tanık olmamızdır...
Eğitimdeki temel amaç, “bireysel ve toplumsal huzur ve mutluluk sağlama yönünde “iyi insan/iyi vatandaş” yetiştirmek” iken, bu amaca dönük başlatıcı davranışın; bireyler arasındaki münasebet sürecinde kullanılan kavramlarla başladığını unutmuşluğumuzdur…
Aile içerisinde başlayan bu münasebet sürecinde;
Bizi biz kılan değerlerden uzaklaşarak, kaba, saba, argo, başka kültürlerin söz, söylem ve eylemlerinin normalleşmeye dönüştüğü, eşler arasında, ana-baba-çocuk ve aile büyükleri (dede-babaanne-anneanne ve dayı-hala-teyze-amca gibi diğer büyüklerimiz) arasındaki münasebet sürecinde, edebin, adabın kalktığı, düne kadar, ergen söylemlerinde yer alan “VAAAAUUV” ya da “Yehaaa” gibi anlamsız, batı kaynaklı bağırtılar, yetişkinlerin dahi normal konuşmalarında yer almaya başladığı, bu hızlı dönüşümde, nezaketten, insan münasebetindeki kibarlıktan uzaklaşmanın topluma olan yansımalarının yarattığı huzursuzluk nedenli yakınmaların, sosyal medyada da paylaşılan ifadelerde yoğunlaştığını, düne duyulan özlem ve üzüntüyle hep birlikte izliyoruz…
Bu yakınmalarımızın, dünden bugüne yaşadığımız evrilmenin detaylarını, yarına dönük; neler yapabiliriz sorumuzun cevabını bir başka yazımızda paylaşmak üzere esen kalın diyorum.