Kemalettin Kamu’nun “Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde” şiirindeki gibidir depremle münasebetimiz. En azından benim için öyle; ‘Deprem benim içimde.’
99 Depremi’nde İzmit Körfezi’nin güney sahilindeki Fay Hattına komşu bir binadan çıktık. Binamızın dahil olduğu site 5 kattan 10 apartmanlı ve 20 ikiz bloklu; malzemesi kaliteli, yeni ve sağlam olmasına karşın ağır hasar aldı. En iyi durumdaki bina bile yarım metreye yakın dibe batmıştı. 7 nokta 4’ü görmüş binaların birinden amcamın kalan eşyalarını çıkarırken 5 nokta 8’lik artçı oldu ve amcamızı enkazdan çıkarmak durumunda kaldık.
17 Ağustos Salı sabahı hava aydınlandığında önce manzaranın şokunu yaşadık akabinde sandviç şeklinde yıkılan ve enkazın değişik yerlerinde cesetler öylece durduğu halde demir bloklarla eşyalar arasına sıkışmış ve inleyen yaralılara yardıma koyulduk. Neyle; elle yada molozlardan bulduğumuz ilkel âletlerle. Bir kriko bulaydık arama - kurtarma timleri gelesiye kadar ne kadar insana faydamız olurdu diye hâlâ hayıflanırım.
Yazının başındaki ‘kamu’yu depremden sonraki 4-5 günde göremedik. Başiskele ile Seymen arasındaki yol güzergâhındaki trafik ve güvenlik eli sopalı mahalle gençlerince sağlandı: En orta şerit sadece ambulanslara tahsisli, onlara yol vermeyen araçların camlarına acınmayacak; orta şeridin iki yanındaki geliş ve gidiş şeridindeki araçlardan âcil ihtiyaç maddeleri / malzemeleri alınacağından kontrollü geçiş yapılacak, durup dinlemeyenlerin camlarına acınmayacak.
Acılarımızla birlikte acınası bir haldeydik hepimiz ve dayanışmayı oturtmak durumundaydık ki Kuran’da akîm’us-salâ(t) olarak geçer. Ve atu’z-zekâ(t); imkânlarımızı paylaşıyorduk. Hiç unutmam Dr. Mehmet Ersözlü yol üzerindeki bir eczanenin önünü enkazdan çıkarılan yaralıların ilk müdahale yeri haline getirmiş ve eczanenin camını “bütün sorumluluk bende” deyip kırdırarak ilâçlarla ihtiyaç sahiplerini buluşturmuştu. Çok sonra bir trafik kazasında vefat etti, Allah rahmet eyleye..
İzmit’te de Devlet Hastanesi ağzına kadar dolduğundan tam karşısındaki İmam-Hatip’in bahçesi açık hastane haline getirilmişti. O zamanki başhekim Dr. Metin Çömlekçioğlu’nu hâlâ sitâyişle anarım. Uzun zaman enkazda durduktan sonra çıkarılan eniştemi aradan 10-11 gün sonra ağrı şikâyetiyle buraya götürmüştük. Rahmetli Maksut Ağabeyi organ ezilmesi ve iç kanama nedeniyle burada kaybettik. Elazığ’da enkazdan çıkarılanlara dikkat edilsin.
Çadır bulup önce çadırda kaldık, sonra barakamızı yaparak 2-3 aile oraya geçtik. Çadırda kış geçirilmez, hem de Elazığ’da; konteyner yada prefabrike konuta geçilmeli hemen. Devlet idarecilerinin bölgeye intikali önemli bir hususiyet fakat enkazdaki arama-kurtarma çalışmalarından uzak durmaları kaydıyla zira sekteye uğratır.
Tüm bölgeye geçmiş olsun; 6 nokta 8’lik Elazığ Depremi 41 can kaybı ve 91 yaralı (Mevlâ rahmet ede ve şifâyab eyleye) ile gene de ucuz atlatıldı, Allah beterinden saklasın. AFAD verilerine göre ağır hasarlı 1.287 binanın tamamen boşaltılarak ivedilikle yıkımı gerekecek. İzmit’te bin, Kocaeli’nde 7 bine yakın hasarlı binadan bahsediliyor. Depremle yaşamayı öğrenmek bu binalarda hâlen oturuma izin vermek midir?
Hele İstanbul; hem büyük bir deprem bekleniyor hem en çok hasarlı bina orada: 2 bin 500 ilâ 10 bin bina çok ağır hasarlı, 13 bin ilâ 34 bin bina ağır hasarlı, 80 bin ilâ 150 bin bina orta hasarlı (İstanbul Büyükşehir Âfet Koordinasyon Merkezi 2009 Raporu). Ağır ve çok ağır hasarlı onbinlerce binada kaç yüzbin insan oturuyor hâlen? 11 yıldır bu insanlar boşaltılarak bu çökmeye hazır binalar neden yıkılmadı? Yeterli kaynak mı yok? Yüzbinden fazla orta hasarlı bina adamakıllı bir onarımdan geçti mi? Buralarda oturan insan sayısı yarım milyondan fazla mı? Yoksa gene mi kaynak yok?
Kanal İstanbul’a harcanması düşünülen paralarla deprem kuşağındaki Türkiye’nin tüm deprem gereksinimleri karşılanabilir mi? Siz bu yazıyı okurken – Allah esirgesin – bir deprem olsa ve İstanbul’da yüzbinlerce insan ölse; 1.Bu Allah’ın kaderi midir, kullarının tedbirsizliği midir? 2.Enkazlardan milyonla insanı kurtaracak bir hazırlığımız ve koordinasyonumuz var mı? Yoksa ‘Allah ne verdiyse’ mi?
Bir yazıda “Tarihten niye ders alamıyoruz? Çünkü ânı yaşamayı seviyoruz” demiş ve sonunu şöyle bitirmiştik: “Kader diyemezsin, sen kendin ettin.”
Şimdi de soruyoruz: Sizin kader dediğiniz şey Allah’a iftira atmak mıdır?