İnsan kendi devamlılığını sağlama açısından, neslin inşası yönünde sürekli araştırmış, yeni yaklaşımlar denemiş, yanılmaların farkına vardıkça, başa dönüp, yeniden denemelere başlamayı tercih etmiştir.
En temel soruya verilen ara cevapların ise, yanılmaların temelini teşkil ettiği unutulmuş, tarih boyunca yaşanan yanılmaların bedeli, bir neslin kaybıyla ödenmiştir.
Bu günde de Milli Eğitim Bakanlığının yüzleştiği temel sorun bu değil mi?
Bir bakış açısına göre; eğitim salt eğitimcilere bırakılamayacak kadar önelidir diyorlar…
Sahi, eğitime dönük ne düşünüyoruz? Veya hiç düşündük mü eğitimi, bir neslin geleceğini?
İnsan ya da kimler ne için eğitilir veya eğitimin nihai amacı nedir ve ne olmalıdır?
Eğer eğitilmesi gerekiyorsa insanı neye göre ve nasıl eğitmeliyiz?
Bireyi eğitmek dinî/ siyasî bir amaç mı taşır? Yoksa sadece kültürel/bilimsel bir amaç mı?
Her din, her dünya görüşü ya da her inanç sistemi farklı adlar altında da olsa eğitim aracılığıyla kendisini görünür kılacak ve yaşatacak bir insan modeli inşa etme amacını taşır.
Yaşadığımız süreçte temel yanılmalarımızı sorgulamadan, doğruyu yakalayamayacağımızı düşünüyorum…
Aldığımız eğitim bize yaşamı öğretiyor mu? Ne dersiniz sahi…
Yanılmalarımızı düşünürken, geçmişte okuduğum bir yazıyı merkez alıp düşünmenin katkı sağlayacağını düşünüyor, bu yaşanmış örneği paylaşırken, daha önce okumuş olanların da yüzlerinde bir tebessümü görür gibiyim…
Çok geç diye bir zaman yoktur!
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra;
"Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri, bakalım bulabilecek misiniz" dedi..
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu..
Döndüm..
Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..
"Ben Rose" dedi..
"Benim adım Rose, yakışıklı… 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.
"Güldüm.. "Tabii" dedim..
"Hadi sarıl bana.."
Öyle sımsıkı sarıldı ki" Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye
geldin" diye şaka yaptım…
Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim.
Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestre boyunca Rose kampüsün gülü oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. iyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu.
Rose hayatını taşıyordu..
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu. Sömestre sonunda, Futbol balosuna davet ettik, Rose'u. Konuşma yapması için. Orada bize verdiği dersi unutmama imkân yok. Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. şaşkın, biraz da utanmış, mikrofona doğru eğildi.
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?.. Özür dilerim.. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz. Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?" Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için, evlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz. Evlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız.
Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır.
Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.
Bir rüyanız olmalı mutlak. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.
Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.
Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz.
Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır.
Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur.
Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.
Asla pişman olmayın..
Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü…
Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır…"
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi…
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü.
Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.
"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu.. Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı…
Eğitimdeki açmazlarımızı bir başka yazıda tekrar ele almak üzere, eğitimde nihai amacın “bir işe işe yaramak, üretmek, olduğunu”, bu sürecin odağında da “MUTLULUK” olduğunu unutmamamız ümidiyle…
Sevgiyle kalın diyor, en kalbi duygularla saygılar sunuyorum.