Yakın zamanda; birçok anımı, sırrımı, beklentilerimi, yalnızlıklarımı, hayal kırıklıklarımı, kızgınlıklarımı, kırgınlıklarımı, umutlarımı, gayelerimi, düşüncelerimi, hayallerimi paylaştığım çok sevdiğim bir yakınımın vefat haberiyle sarsıldım.
Anlamaya, kavramaya, sindirmeye çalıştım.
Birlikte geçirilecek onca zamanın, sanat/edebiyat/tarih ve siyaset üzerine yaptığımız fikir mülahazalarının, karşıtlıkların, hayallerin bir daha olamayacak olması hakikati, bir tokat gibi çarptı ansızın yüzüme.
Geriye göz bebeği gibi sakındığı evladını kaybetmiş gözlü yaşlı bir anne,
Metanetini muhafaza etmeye çalışan vakur bir baba,
Derin acısına rağmen dik durmaya çalışan bir kardeş kaldı.
Bir de tamamlanamamış gayeler, hayaller, umutlar, beklentiler…
En son saatler üzerine zihin yormuştuk.
Zamanı hatırlatırcasına.
Ölenle ölünmez, hayat devam ediyor vecizesi keşke yakınları için de geçerli olsaydı.
Hayat elbette devam ediyor fakat kimsenin dolduramayacağı boşluklarla…
Durmuş bir hayatın içinden kaleme alıyorum bu yazıyı.
Doldurulamacak bir boşluğun içinden…
Bıkmadan saatlerce mülahazalar yaptığımız,
Geçmiş ve gelecek üzerine zihin yorduğumuz,
Keyifli zaman geçirdiğimiz,
Umutlarımızı, beklentilerimizi paylaştığımız anların bir daha gerçekleşemeyecek olması hakikatini anlamaya, anlamlandırmaya, kavramaya çalışarak…
Bu acı ve sarsıcı hakikatle yüzleşmeye çalışarak belki de.
Bazı hakikatleri kolay sindiremiyor insan.
Bazı kavramları, bazı isimlerle birlikte tahayyül edemiyor.
Adını anmaktan imtina ettiğim ölüm mefhumu da bu kavramların temeli sanırım.
Siyasete girersen başdanışmanın olmamı,
Hitap metinlerini kaleme almamı,
Bitmek üzere olan tezime teşekkür önsözü yazmamı isterdin,
Teşekkür yerine Veda yazısı kaleme alıyorum gözlerimden akan yaşlarla…
Coşkun bir nehir gibi akan kalemim daha fazla yazmıyor/yazamıyor.
Tükenen zaman gibi sözcükler de yetmiyor duygularımı resmetmeye.
Çok da söyleyecek bir söz kalmıyor geriye
Ne diyelim;
Başka bir evrende; kaldığımız yerden değerli dostum, sırdaşım, kuzenim, Çağrı’m…
Kaldığımız yerden…