Küresel salgının yaşattığı, bugüne de yansıyan kaosun etkilediği bir süreçte, 11 ilimizi derinden sarsan “Asrın felaketi” diye tanımlanan “DEPREM” ve akabinde yaşadığımız sel felaketinin yıktığı şehirlerimiz, kaybettiğimiz canların hüznünde belki de tek tesellimiz olan, “Birlik ve Beraberlik Ülkümüzün” yansıması olan süreçte, yüksek sesle ifade etmesek de, gönül dünyamızda yaşadığımız insan olmanın erdeminde “Türk” olmanın mesuliyetine müdrik oluşumuzdu…
Salgın kurgusunun yansımalarında, küresel eşkıyaların kurgusunda tartışılan “Yeni Dünya Düzenine” dönük, kendi senaryosunu yazma ve oynama kararlığımız ile küresel mesaj vermedeki sağlam duruşumuzun, yarına dönük kendine yetme hedefimize yönelen yürüyüşümüzdeki zihinsel farkındalığımızın sağladığı gönül rahatlığımızla 3 Mayıs Türkçülük Gününü idrak ediyoruz.
Farkındayız ki;
Türküm, doğruyum, çalışkanım sözleri ile devam eden andımızı okuduk yıllarca İlköğretim okullarımızda, Türkün ne demek olduğunu, “TÜRK” kelimesindeki mana derinliğini, bireye yüklediği mesuliyetin tarihi derinliğini ve mesuliyetini kavratamadığımızın farkında olmadan…
“Türk” kelimesinin derin anlamını, töreyi, kültürel açıdan taşıdığı manadaki derinliği aktaramadığımızın mahkûmiyeti değil mi dünden bugüne yansıyan, yaşadığımız sosyal çözülmenin arka planındaki eğitimsel eksikliklerimiz…
Bu necip milletin İslamiyet öncesi “Budun” anlayışını, İslamiyet sonrasında devam eden, bütünü kucaklayan kültürel derinlikteki “Millet” anlayışını…
Anlatabilseydik bu necip milletin dünya medeniyetine sağladığı o derin katkıyı, İslâm’a hizmetin zirvesini nasıl yaşadığını, Resullah’ın (sav) övgüsüne neden mazhar olduğunu… Yaşamak zorunda kalır mıydık bugün yaşadığımız sosyal çözülmeyi, ayrışmanın getirdiği sıkıntıları, toplumsal çalkantıları…
Gerçekte zoolojinin bir terimi olan “Irk” kelimesinin, “millet” kavramını açıklamaya yetmeyeceğini anlatabilmeliyiz çocuklarımıza.
“Kavim” kelimesinin de; aynı anadan, aynı babadan üremiş, içine hiç yabancı karışmamış aynı kandan bir topluluk demek olduğundan hareketle, tarih öncesi zamanlarda bile, kavmiyetçe saf olmadıkları göz önüne alınarak, sosyolojik açıdan da; fertlerin, dünyaya gelirken sosyal bir nitelik taşımadıkları, yönüyle de, “Kavimci” anlayışın da “Millet” kavramını açıklamada yetersiz kalacağını,
Z.Gökalp’in, “…millet, ne ırkın, ne kavmin, ne coğrafyanın, ne politikanın ne de iradenin belirlediği bir topluluk değildir. Millet, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan, bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder. Felekten de bir adam, kanca ortak olduğu insanlardan çok dilde ve dinde ortak olduğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü, insani karakterimiz bedenimizde değil, ruhumuzdadır.” (4). İfadesinin ilmi derinliğinin izahıyla çocuklarımızı aydınlatmamız gerektiğine dikkat çekeriz.
Bilmeliyiz ki; “TÜRK” sadece bir kavim adı değildir…
TÜRK; Bilge Kağan’ın aklı ve bilgeliğiyle donanmış, Kürşad’ın cesaretini almış ve İslam’la aydınlanmış, Hz. Peygamberin yüksek ahlakıyla şeref bulmuş yüksek karakterli bir duruştur.
TÜRK; Hoca Ahmet Yesevi’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Şeyh Edebali’nin açtığı kutlu yoldan giden alperence yaşama samimiyetidir.
TÜRK; Dün olduğu gibi bugün de kutsal vatan topraklarına göz diken Haçlı zihniyetine “dur” diyen Kılıçaslan gibi, “Küresel Eşkıyalara” dur diyen “ARSLANLARIN” adıdır.
TÜRK; Doğudan batıya, kuzeyden güneye aynı heyecanı duyan ve Trablusgarp’ta, Yemen’de, Çanakkale’de vatan için, bayrak için, din için omuz omuza gülerek ölüme gidenlerin adıdır.
TÜRK; Ecdadın dün “İ’la-yı Kelimetullah”, “Kızılelma” ülküsü istikametinde yaşadıkları gibi, bugün de aynı ülkü, “Kızılelma” hedeflerine tereddütsüz yürüyen dün olduğu gibi, bugün ve yarın için de mazlum ve mağdurların yanında yer alma mesuliyetine müdrik olanların adıdır.
TÜRK; Sakarya’da, Dumlupınar’da ve Kocatepe’de yedi düvele meydan okuyan ruhtur.
TÜRK; milli çıkarları şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlakı yüksek, haksızlıklarla savaşta korkusuz mücadele edenlerin adıdır.
Türkçülük fikir akımı, Osmanlı Devletinin yaşadığı çöküş ve dağılma döneminde yok olmanın eşiğinde bir milletin var olma mücadelesinin adıdır…
Bir milleti kendisi olmaktan vaz geçirmek, onu kendisi olmaktan utanmasını sağlamakla başlar. Bu sosyolojik ve psikolojik oyun, dün de oynandı, bir milletin istikbali olan fertleri, böyle basit bir uzağa dün de düştü… Küresel eşkıyalar, bu oyunu günümüzde de yerli işbirlikçileri ile oynamaya devam ediyor, hiç durmadan çalışıyorlar…
Türküm demekten utanmanın geçer akçe görüldüğü günler dün de yaşandı… 1944’lerde Sovyetler Birliğine şirin görünmek adına, Türküm diyenlere reva görülenler unutulmadı hafızalarda…
Bu aziz millet, 3 Mayısta, o gün, o güzel insanların sayesinde gafletten uyanmış, birilerinin taşıdığı maskelerin arkasındaki o yüzleri görmüş, maskeleri aralamış, dostunu, düşmanını tanımış ve tanıtmıştı herkese…
Bugün de, Küresel eşkıyaların ittifak saldırılarıyla âdeta Sırat Köprüsü’nden geçer misali, siyasi-askeri ve iktisadi alandaki var oluş mücadelemiz devam etmektedir.
Bu nedenle; birlik ruhumuzu yeniden tesis etmemiz, Türk milletine ve insanlığa önderlik edecek bir hamleyi sürdürmemiz elzemdir.
Dünyada ve çevremizde meydana gelen gelişmeler, küresel eşkıyaların tertip, tuzak ve faaliyetlerini görmek, Türküm diyen ve Türk olmaktan utanmayan herkese, tarihi bir mesuliyet, önemli bir görev yüklemektedir.
O açıdan, bu gün de “3 Mayıs Türkçülük” günü, toplumsal şuurlanma açısından önem arz eder…
Bu gün; toplumsal açıdan bir ayrışma değil, birleşme, ötekileştirme değil, kültürel manada birlik ve beraberliğin sağlanacağı ve milli bir şuur kazanmanın başlangıcı olmalıdır.
Bu duygular içinde, Aziz Milletimizin ve bu davaya gönül veren herkes için büyük anlamlar taşıyan “Türkçülük Günü” nü kutluyoruz.