Her okulda üyesi olmayan bir sendikadan, dünyanın en büyük emek örgütüne yükselme başarısında; fedakârlık, samimiyet, tevazu, birlik, beraberlik, kardeşlik, adanmışlık ve mayasında bizi biz yapan değerler bütünü vardır. Bunca emeklerimizin karşılığı sendikadan ihraç olmamalıydı. Unutmayın ki oturduğunuz o, pahalı koltuklarda yüzbinlerce emekçinin alın teri var.
Sayın Ali YALÇIN, 30. Yıl Vefa Buluşması programında yaptığı konuşmada; “Birlerle başlayan yolculuğumuz bugün yerküre ölçeğinde yankılanıyor. Bu 30 yılın her anında fedakâr yüreklerin, vefakâr ve cefakâr yiğitlerin emeği ve alın teri vardır. Bu başarının arkasında davamıza, dava arkadaşlığımıza vefada ortaklık var. Biz diyoruz ki, bizim mayamız vefa ile yoğrulmuştur. Tarihimize, alın terimize, yol yürüdüklerimize, mirasa ve mirası devraldıklarımıza vefa gösteriyoruz. Dünden bugüne, bugünden yarına bu kutlu mücadeleyi omuzlayanlara vefa gösteriyoruz.” diyen Sayın Ali YALÇIN’a soruyoruz; “Zor zamanda emek veren üyenin ihracını teklif ederek mi vefa gösteriyorsun? Yoksa bu kavramlar içerikten yoksun beş yıldızlı salonları coşturan mottolardan mı ibaret?
Sayın Ali YALÇIN 02.04.2023 tarihli twitinde; “Emek mücadelemizi özgürlük mücadelemizden hiç ayırmadık, bir birinin mütemmimi olarak görmeye ve ayırmamaya devam edeceğiz.” diyen Sayın Ali YALÇIN’a yine soruyoruz; Sen üyenin düşüncesinden dolayı sendikadan çıkarılmasını teklif ederek mi özgürlük mücadelesi veriyorsun? Sen daha teşkilatının içindeki özgürlüğü engelliyorsun. Şimdi de kalkmış özgürlükten bahsediyorsun. Sözlerinle uygulamaların örtüşmüyor. İnandırıcı değilsin.
Eğitim Bir Sen ve Memur Sen, 28 Haziran 2008 tarihinde Malatya’da başlattığı Ortak Akıl Mitingleri ve Sivil İtaatsizlik Eylemleri sonucu başta kamuda kıyafet özgürlüğü olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşmesine engel olan her türlü vesayetin kaldırılmasında öncülük etti. Şimdi ise üyesini düşüncesinden dolayı ihraç eden konumu nedeniyle sendika içi tahakküm ve vesayeti oluşturması ne hazin bir durumdur.
Bir baba çocuğunu büyütür, okutur, iş güç sahibi yapar ve evlendirir. Artık babanın yaşı ilerlemiş elden ayaktan düşmek üzeredir. Evde oturup bakıma ihtiyacı olduğu bir dönemde, üstelik büyüttüğü evladı tarafından evden kovulması ne kadar zoruna gidiyorsa bizim de sendikadan ihraç edilmemiz o kadar zorumuza gitmiştir.
Sendikanın örgütsel gücü ve nüfusuna güvenerek “Ben yaptım oldubitti.” anlayışı ile yönetenlere, burasının Muz Cumhuriyeti olmadığını; demokratik, hukuk ve sosyal devlet olan ve iki bin yıllık kadim geçmişi olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu hatırlatırız. Evimiz yuvamız olarak gördüğümüz çocuğumuz gibi büyüttüğümüz ve çok sevdiğimiz sendikadan bizleri koparanlara karşı yasal zeminde hakkımızı arayarak yuvamıza kavuşacağımız günü özlemle bekleyeceğiz.
İstanbul’un varoş tabir edilen Taşlıbayır’da bulunan ve velilerin hiç tercih etmediği Ahmet Kutsi Tecer ilköğretim Okulunu kısa bir sürede ekip çalışmasıyla Pendik ilçesinin en gözde okulu haline getirdik. Bugünkü modern Sancaktepe’nin temellerini sadece üç tane personelle attık. Koltuğunda oturup evrak imzalayan klasik yönetici formatında hiç olmadık. Zamanımızın çoğunu memurların odasında onlarla birlikte yazı yazarak geçirdik. Geri kalan zamanımızı da sahada okullarda çalışarak geçirdik.
Sayın Ali YALÇIN, 2008 yılında ziyaretimize geldiğinde kendi el yazısı ile yazdığı notta; “Dünya gözüyle bir koltukta göreyim diye uğradım. Ama o çalışıyor, koşturmada dediler. Bari not bırakayım dedim.” Sözleriyle kendileri de çalışkanlığımızı, fedakârlığımızı ve özveriliğimizi müşahede etmiştir.
On beş yıl içerisinde ne değişti de evimiz ve yuvamız olarak gördüğümüz sendikadan ihracını istedin? Övende aynı Ali YALÇIN. Kovanda aynı Ali YALÇIN. Bu Ali YALÇIN’lardan hangisi doğru? Değer deyip de yola çıkanlardan değerlerinden uzaklaşan Yıldırım DEMİRCİ mi? Ali YALÇIN mı? Gelin hep birlikte bu sorulara cevap arayalım;
Otuz dördüncü meslek hayatı içinde bulunan Yıldırım DEMİRCİ’nin; aracı aynı, evi aynı, elbisesi aynı, çizgisi, aynı, söylemi aynı, duruşu aynı. Gelelim Sayın Ali YALÇIN’a; Bir zamanlar Sultanbeyli’nde oturan Anadolu’nun yağız delikanlısını Ankara’ya zenginleşsin diye mi gönderdik? Yoksa sendikayı ilke ve değerleriyle büyütsün ve memurların hak ve menfaatlerini iyileştirsin diye mi gönderdik? Bu soru eski EBS Genel Başkan Yardımcısı Murat BİLGİN’in; ”Memurun Cebi Değil Başkanın Cebi Doldu.”sözünü akıllara getirmiştir. Kamuoyunun bu konuda daha sağlıklı karar verebilmesi için Sayın Ali YALÇIN’ın sendika yönetimine girmeden önceki mal varlığı ile şimdiki mal varlığını, kendisi dışında yakınlarının üzerinde bulunanlar da dâhil olmak üzere açıklamalıdır.
Bizler ne hata ne kusur işledik de sendikadan ihracımız istendi. 2022 yılı sendikada seçim dönemi olması hasebiyle 21 Haziran 2022 tarihinde yayımlanan “Değişime Çağrı” seçim bildirgesi ile seçim sürecinde biz de varız demek mi suç? Sendikanın kuruluş ilkeleriyle bağdaşmayan bazı uygulamaları eleştirmek mi suç? Sendikanın daha da büyümesi ve seçimlerin üyenin tercihini önemseyen katılımcı, özgür, şeffaf ve adil yapılması yönünde öneri sunmak mı suç?
Tüzüğümüzde karşılığı bulunan; Her türlü oligarşiye ve vesayet rejimine karşı çıkarak, katılımcı demokrasinin yerleştiği, kimsenin ötekileştirilmediği, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği, düşünce ve kanaat özgürlüğünü, üyeleri ihraç ederek mi gerçek anlamda teminat altına alıyorsunuz?
Tüzükte; özgür bireyin gerçek anlamda var olma ve düşünce üretip teklifler sunma hak ve imkânlarının hayata geçirildiği, demokratik hakların kullanılmasını sağlayan ifadeler sadece kâğıt üzerinde süs olsun diye mi yazıldı? Bu hükümlerin uygulanmasına müsaade etmiyorsanız, tüzükte fazla yer kaplamasın. Nasıl ki kendi çıkar ve menfaatiniz için tüzükte istediğiniz değişikliği yaptığınız gibi bu maddeleri de yürürlükten kaldırın. Olsun bitsin.
"Hangi düşünce de hangi fikir kampı içerisinde olursa olsun onun bir insan olarak kabul edilmesi lazım. Ve inancından dolayı horlanmaması, kınanmaması, ayrı muamelelere tabi tutulmaması lazımdır. Ben ona hakkı hayat tanınmasının da kavgacısıyım." Çizgisinden bugün Akif İNAN’ın mirası üzerine oturan sendika yöneticilerinin koltuk sevdası ve makam hırsı ne kadar iliklerine işlemiş ki üyesinin en ufak eleştirisine bile tahammülü kalmamış bu zihniyet, bugün üyelerinin ihracını teklif ederek ileride muhtemel eleştiri yapacak olan üyelere gözdağı mı vermek istiyor?
Merhum Akif İNANIN ve arkadaşlarının karınca misali tırnaklarıyla kazdıkları toprağa tohumlarını ektiği ve Sayın Ahmet GÜNDOĞDU Başkanlığında kamu çalışanlarının yüzünü güldüren yüzlerce kazanımlarla sendikacılığın altın çağını yaşadığı bu kutlu dava, Genel Başkan Sayın Ali YALÇIN’ın özellikle ikinci döneminden başlayan kişisel ikbal uğuruna yapılan uygulamalarla sendikamız hep kan kaybetti üstelik kan kaybetmekle yetinilmedi. Eksen kayması da yaşandı. Bizler bu kutlu davayı dert edindik. Temel amacımız sendikamızın ilke ve değerleriyle buluşturarak Akif İNAN çizgisine gelmesidir. Sendikamızın daha da büyümesi, gelişmesi ve ilerlemesi içten gelen bir arzumuzdur. Sendikamıza sadık kalarak tabanımızın sesi olduk. Bu bağlamda yazılarımızı dört temel ilke üzerine kurguladık ve dedik ki;
Bir; Bu ülkede milyonlarca emekçi mütevazi maaşlarıyla geçinmeye çalışırken hangi gerekçeyle tüzüğün 58. maddesi değiştirilerek maaşlarınızı astronomik rakamlara yükselterek sendikayı rant ve zenginleşme aracına dönüştürdünüz? İki; On iki yıllık görev süreniz neyinize yetmiyordu da tüzüğün 33. maddesi yürürlükten kaldırarak konforlu ve şatafatlı sendikal saltanatlığın ömür boyu sürmesinin önünü açmanızın, çalışanlara ne faydası oldu? Üç; Sendika yöneticileri örgütlülükten gelen gücü kendi menfaat ve ikballeri için kullanırken, asli görevleri üyelerin hak ve menfaatlerini korumak olduğunu ne zaman hatırlayacaklar? Dört; Seçimlerin tatlı rekabet ortamından uzak, mevcut başkanların koltuklarını korumayı esas alarak niçin yeni sendikacılara fırsat tanınmadı?
Sendikadan ihraca mevzu bahis olan yazıların temel felsefesi işte bu dört ana fikir üzerine oturmaktadır. Söylemlerimiz eleştiri sınırları içinde kalarak, kişilerin hak ve hukukuna saygı göstererek Anayasa ve Tüzükte belirtilen ifade özgürlüğü çerçevesinde yapılmıştır.
Özlük ve özgürlük mücadelesinin yılmaz savunuculuğunu yapan sendikamız, şimdi geldiği noktada üyesinin düşüncesinden dolayı ihracı ne yaman bir çelişkidir. Hani üye sayımızın parmakla sayıldığı günlerde bir sloganımız vardı; “Sen yoksan biz, bir eksiğiz.” Ne oldu şimdi? Üye sayısı milyona ulaşınca artık nasıl olsa kimseye eyvallahınız kalmadı da artık o birler, sadece aidat ödeyen kelle sayısı değerinde mi görülmeye başlandı?
Sendikanın örgütsel gücünü; üyelerinin hak ve menfaatlerini koruma yerine, üyelerini ihraç ederek baskı ve zulüm aracına dönüştürenlere ibretlik bir hatırlatma yaparak sözlerimize son verelim. Dünya tarihinin önemli devletlerinden biri olan Lidya’nın başkenti Sardes, bugün Salihli ilçemizin küçük bir köyü olan Mustafa Bey köyü sınırları içerisindedir. Paranın ilk basıldığı ve zenginlikle özdeşleşmiş olan Karun’un vatanı olan koskoca bir yerleşim biriminin düştüğü şu hale bir bakın ve Yunus EMRE’nin şu dizelerine kulak verelim;
Sular hep aktı geçti
Kurudu vakti geçti
Nice han nice sultan
Tahtı bıraktı geçti
Dünya bir penceredir
Her gelen baktı geçti
Yıldırım DEMİRCİ