Bilindiği üzere 21 Eylül tarihi itibariyle 2020-2021 Eğitim ve Öğretim yılında bazı sınıflarımızda yüz yüze eğitim ve öğretime başlanıyor. Kuşkusuz bir tedirginlik söz konusudur. Bu hem sağlık açısında hem de öğretmenin maddi hakları konusunda bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Ayrıca “filyasyon-garantina” bulaş zincirinde bulunan kişilerin denetiminde görevlendirilen öğretmenlerin durumu da bu tartışmaların önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Gerek devlet ve gerekse özel sektörde çalışan kişilere görevleri olmayan bir iş buyurduğunuz zaman kişi doğal olarak bu benim görevim değil diyerek itiraz eder. Böyle işleri yapmak için iki yöntem vardır. Birincisi teşvik edici bir takım cazip şartlar sunmak ikincisi ise gönüllüğü esas almaktır. Bu konuda adım atılması ve baskıcı bir anlayışla kişileri çalıştırma yoluna gidilmemesi beklentimizdir.
Evet okullarımızı açıyoruz ve eğitim öğretimin yol başçıları olan öğretmenlerimiz görevlerine hazırdır. Ancak ek ders verilecek mi verilmeyecek mi gibi anlamsız tartışmaları doğru bulmuyoruz. Her şeyden önce öğretmenlerimiz geçim sıkıntısı çekmektedir. Aldığı maaş özellikle İstanbul gibi büyük bir kentte kirada yaşıyorsa kesinlikle yeterli değildir ve diğer sektörlerle karşılaştırılınca düşük kalmaktadır. Bugün ikisi de dört yıllık lisans mezunu olan, yeni göreve başlayan bir öğretmen 4210 lira maaş alırken yeni göreve başlayan bir polis 5950 lira alıyor. Amacımız polislerimizin aldığı ücreti sorgulamk değildir. Öğretmenin de insanca yaşayacak bir ücret almasını sağlamaktır.
Her şeyden önce Türk-İş in Mayıs 2020 araştırmasına göre yoksulluk sınırının 7942 lira olarak belirlediği ülkemizde bir memurun yoksulluk sınırı altında ücret alması geçmişte adına orta direk dediğimiz kesimin yok olduğu anlamına gelir. Kaldı ki kişi başı milli gelirin 9.500-10.000 dolar aralığında olarak dillendirildiği bir ülkede ortalama kişi başı gelirin TL cinsinde 90.000 lira olarak telaffuz edildiği halde öğretmenin bu rakamın neredeyse yarısına tekabül eden bir ücret alması durumu daha açık bir şekilde göstermektedir.
Şimdi öğretmenlerimizin durumunu ve yoksulluk sınırını lütfen karşılaştıralım. Ayda 4210 lira alan bir öğretmenin neredeyse yoksulluk sınırının yarısına açlık sınırının ise yalnız 1700 lira üzerinde bir ücretle çalıştığına bakarsanız geçim sıkıntısı yaşayan öğretmen camiasının en azından önemli bir kesimi için ek ders almanın can simidi olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.
Doğalgaz, elektrik, su, telefon, internet, kira gibi giderleri hesapladığımızda öğretmenin elinde kalan para açlık sınırının altında kaldığı açıkça görülür. Yine Türk-iş Mayıs ayı verilerine göre açlık sınırı 2416 liradır. Yukarıdaki giderleri çıkardığımızda öğretmenin kredi borcu, giyim, seyahat ve başka hiçbir harcaması olmasa dahi açlığa mahkum görünüyor. O halde geleceğimizin teminatı olan yavrularımızı emanet ettiğimiz öğretmenleri açlığa mahkum etmeye gönlünüz razı mıdır? Eğer razıysa size önerimiz her zaman öğretmenlerimizin yanındayız, eli öpülesi öğretmenler gibi ağdalı sözler etmeyin. Sonra öğretmenler bunu size hatırlatır. Yok gönlünüz razı değilse arkadaş ben hazırım. Dersimi vermek istiyorum, ders vermekten kaçmıyorum diyen hiçbir öğretmenimizin ek dersini kesmemelisiniz.
Sonuç olarak; yoksulluk sınırının çok altında açlık sınırına yakın bir ücretle hayatlarını idame ettiren öğretmenlerimizin ders verilmediği için sınıfa girmediğini bahane ederek ek derslerini kesmek asla kabul edilemez.
Remzi Özmen
Türk Eğitim Sen-Türkiye Kamu Sen İstanbul İl Temsilcisi